Metabolik sendromun farklı nedenleri olmakla birlikte insülin direnci hastalığın temelini oluşturduğunu ifade eden Özel Egesante Tıp Merkezi İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Hakan Demirel, metabolik sendromun "İnsülin direnci zemininde" gelişen heterojen bir hastalık olduğunu belirtti. Metabolik sendromu olan kişide diabetes melitus, glukoz toleransı bozukluğu ya da insülin direncinden en az birisine sahip olmakla beraber, yine hipertansiyon, dislipidemi (kolestrol yüksekliği), abdominal obeziteden en az ikisine sahip olmalıdır.
Türkiye endokroin ve metabolik derneği kriterlerine göre, eğer kişide diabet, insülin direncinin yanında hipertansiyon, dislipidemi, abdominal obezite de varsa'Acaba bende metabolik sendrom mu var' diye bir dahiliye veya endokrin uzmanına görünmesi şarttır" dedi.
Sendromun nedenleri Sendromun belirtileri hakkında bilgiler veren Dr. Demirel, hastada sistolik kan basıncının 130 mmHg, diyastolik kan basıncının 85 mmHg üzerinde olması hipertansiyon olarak adlandırıldığını, Dislipidemi yani kolestrol ve kan yağlarının yüksekliği de Trigliserid seviyesinin 150 miligram üzerinde olduğu, HDL kolesterolü olarak bilinen iyi kolestrolün de erkeklerde 40'ın, bayanlarda 50'nin altında olduğu durumlar için kullanılır.
Metabolik sendromun en önemli nedenlerinden olan abdominal obezite de vücut kitle endeksi olarak bilinen oranın 30'un üzerinde olması, bel çevresi ölçüsünün erkeklerde 94 cm üzerinde, bayanlarda 80 cm üzerinde olduğu durumlar abdominal obezite olarak tanımlanmakta ve sendromun önemli bir parçasını oluşturmaktadır.
Metabolik sendromun insülin direnciyle beraber nedenlerinden diyabet için de açlık kan şekeri değerleri ve 75 gramlık glikoz yani şeker yükleme testinde yapılan ikinci saat plazma glikoz ölçümlerine göre ayrı ayrı kriterlerimiz var. Açlık kan şekerimizin normalde 100 miligramın altında olması gerekiyor. Eğer 100 ve 125 mg arasında ise buna bozulmuş açlık glikozu diyoruz, 126 mg üzerindeyse hastaya diyabet tanısı koyuyoruz. 75 gramlık şeker yükleme testinde ise ikinci saat glikoz değerini aldığımızda 140 mg'ın altında olmasını arzu ederiz. Eğer 140 ve 199 miligram arasında ise bozulmuş glikoz toleransı tanısı, 200 miligram üzerindeyse hastaya aşikar diyabet tanısı koyabilmekteyiz" diye konuştu.
"Yaşam şeklinin değiştirilmesi gerekiyor"
Türk toplumunda düzensiz beslenme ve hareketsiz yaşamın getirdiği sedanter yaşamla birlikte metabolik sendrom yaygınlığına dikkat çeken Dr. Hakan Demirel, sözlerini şöyle sürdürdü: "Abdominal obezite, yani obez insanlarımızda orta bölgede yağ toplanmasının abdominal obezite, kan yağlarımızın yüksek olduğu dislipidemi ve Diabetes melitus dediğimiz şeker hastalığı ya da halk tabiriyle gizli şeker dediğimiz pre- diyabet olması, Hipertansiyon olması, kalple ilgili koroner hastalığın olması ya da bunlardan herhangi birine sahip olması halinde,hastanın hekime giderek acaba ben metabolik sendrommuyum şeklindeki soruya yanıt araması gerekiyor. Bunun için hastamıza klinik ortamda bazı testleri; açlık kan şekeri, kan yağları, trigliserid ve özellikle abdominal obezitenin en iyi göstergesi olan ve bayanların çok iyi bildiği bel çevresi ölçümü mutlaka yapmalıdırlar.
Vücut kitle indeksi dediğimiz kilonun boyun karesine bölünmesi ile elde edilen rakam, eğer 30'un üzerindeyse kişiyi obez bir birey olarak tanımlıyoruz. Bunların dışında eğer hekim, bu saydığımız bileşenlerden bir ya da birkaç tanesinin bulunması halinde hastaya metabolik sendrom tanısı koyarak öncelikle yaşam şeklinin değiştirilmesi, daha sonra eğer gerekiyorsa metabolik ajan ile tedaviye ilaç ekleyebilir. Fakat temel olarak metabolik sendrom tedavisinde yaşam şeklinin değiştirilmesi, kilo kaybının temini, sağlıklı beslenme, düzenli beslenme, sigaranın kesilmesi ön planda tutulmalıdır.
Özellikle fast food beslenme yani yüksek kalorili beslenme, hareketsiz bir yaşam metabolik sendrom için bizim en tehlikeli gördüğümüz risk faktörleridir. O yüzden gençlerde çok yaygın olan fastfood'un daha çok ev tipi, Akdeniz beslenme şeklinde yapılmasını şiddetle öneriyorum. İkinci olarak da düzenli egzersiz. Maalesef modern kent yaşamın getirdiği uğraşlardan dolayı düzenli egzersiz yapamıyoruz.Oysa ki bu tedavide temel faktörlerden bir tanesi."