Halk arasında "şeker düşüklüğü" olarak bilinen reaktif hipoglisemi, bulaşıcı olmayan hastalıkların salgını olarak görülen Şeker Hastalığı'nın habercisi niteliğindedir.
Uzman Diyetisyen M.Turgay Köse
Etik Diyet Kliniği
0212 240 31 64
Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre Türkiye’de yaklaşık 2.5 milyon, dünyada 150 milyon şeker hastası bulunduğu, böyle giderse 2025 yılında bu rakamların 2’ye katlayacağı tahmin edilmektedir. Reaktif hipoglisemi saptanan bireyler, 5 yıl içerisinde dikkat etmezlerse bu durum şeker hastalığına dönüşebiliyor. İşin iyi tarafı; müdahale etme şansının olması.
Ancak şu gerçeği göz ardı etmemek gerekmektedir. Kontrol altında tutulan reaktif hipoglisemi, ortalama yaşam süresini uzatmakta ve yaşam kalitesini artırmaktadır. Çünkü bu kişilerin dikkat edeceği 4 temel konu vardır;
Eğitim, diyet tedavisi, egzersiz ve ilaç tedavisi. Kişi bu konuda gerekli bilgi donanımına sahipse, dengeli besleniyor ve düzenli fiziksel aktivite yapıyorsa; zaten endişe edecek bir durum söz konusu değildir. Doktor tarafından önerilen bir ilaç varsa, zamanına dikkat edilmesi yeterli gelecektir.
Yurt dışında yayınlanan bir deklarasyonda; diyabette ihmalin bedeli, eğitimin maliyetinden ağırdır şeklinde bir açıklama yapılmıştır. Peki, beslenme konusunda hangi ilkelere dikkat etmek gerekmektedir:
İdeal vücut ağırlığına ulaşılmalı ve o kiloda kalınmalıdır.
Sık sık ve azar azar (3 ana, 3 ara öğün olarak) beslenilmeli, asla öğün atlanmamalıdır. Bu durumda reaktif hipoglisemisi olan bireylerin oruç tutmaları önerilmemektedir.
Günde 8 saatten fazla uyunmamalı, uyandıktan sonraki ilk 30 – 45 dakika içerisinde kahvaltı yapılmalıdır.
Öğün araları 2.5 - 3 saat kadar olmalıdır. Hep benzer saatlerde beslenmeye özen gösterilmelidir.
Şeker ve şeker içeren (reçel, çikolata, pasta, meşrubat, tatlı gibi) tüm besinlerden kaçınılmalıdır.
Kompleks karbonhidrat içeren besinlere (örnek: Kurubaklagiller, kepekli tahıllar) öncelik verilmelidir.
Tek başına meyve veya taze sıkılmış meyve suyu tüketilmemeli, yanında mutlaka protein içeren bir besin (peynir + kepek ekmeği, süt, yoğurt) bulunmalıdır.
Süt, yoğurt ve peynirin yarım yağlı, hatta yağsız (light) olanları tercih edilmelidir.
Kırmızı et yerine, beyaz ete (balık, hindi, tavuk) öncelik verilmelidir. Ancak beyaz et de olsa aşırıya kaçılmamalıdır.
Etlerin görünen yağları, tavuk ve hindinin derisi ayrılmalıdır.
Et içeren yemeklere ilave olarak yağ eklenmemelidir.
Sebze yemekleri az su ile pişirilmeli, yemeklerin yağlı suları tüketilmemelidir.
Kızartma, kavurma işlemleri yerine; haşlama, ızgara, buğulama ve fırında pişirme yöntemleri tercih edilmelidir.
Yumurta farklı günlerde olmak koşulu ile haftada en çok 2 adet tüketilebilir. Kıymalı, pastırmalı, sucuklu veya tereyağlı olarak pişirmek yerine; haşlama, menemen, omlet veya çılbır(yağsız) şeklinde hazırlamak çok daha sağlıklı olacaktır.
Doymuş (yani kötü) yağ içeren margarin ve tereyağından uzak durulmalı, doymamış yağ içeren bitkisel sıvıyağlar tercih edilmelidir.
Zeytinyağı ve diğer bitkisel sıvı yağlar kombine bir şekilde kullanılmalıdır. Ancak unutulmamalıdır ki, katı da olsa sıvı da olsa 1 gram yağ 9 kkal enerji içermektedir.
Sofraya tuzluk getirilmemeli, yemeklerin tadına bakmadan tuz eklenmemelidir.
Alkol alınmamalı, gerekirse sosyal bir şekilde - yemekle birlikte - tüketilmelidir.
Diyete ilave olarak mutlaka egzersiz yapılmalıdır. Dünya Sağlık Örgütü en çok tempolu bir şekilde yürümeyi önermektedir. Ne çok aç karına ne de yemek sonrası egzersiz yapılmamalıdır. Öğünlerden 1-1.5 saat sonrası uygun olabilir.
Lifli (posalı) besinler, midenin boşalma hızını ve ince bağırsaklardan glikoz emilimini yavaşlatarak kan şekerini dengelemektedir. Aynı zamanda kan kolesterolü ve kan basıncını da arzu edilen seviyelerde tutmaya yardımcı olmaktadır. Midede, su ile birlikte şişerek tokluk hissi vermektedir. Bu nedenle lifli besinlerin tüketimi arttırılmalıdır. Lifli besinler:
Beslenme alışkanlıkları kalp - damar hastalıkları, hipertansiyon, diyabet, kanser gibi pek çok hastalıkta önemli rol oynamaktadır. Yüksek oranda sebze ve meyve tüketimi birçok kronik hastalıktan korunmada etkili olmaktadır. Sebze ve meyve tüketimi ile kalp - damar hastalıkları, bazı kanser türleri, inme, diyabet, Alzheimer hastalığı, katarakt ve yaşla ilintili fonksiyonel kayıp riskinin azalması arasında kuvvetli bir ilişki vardır.
Bu etkilerin sebze ve meyvelerin içerdiği diyet posası, folat, potasyum ve Beta - karoten, C vitamini, E vitamini gibi antioksidan etkinlik gösteren biyoaktif fitokimyasal bileşenlerden kaynaklandığı vurgulanmaktadır.
Dünya Sağlık Örgütü günde mutlaka 5 porsiyon sebze ve meyve tüketimini önermektedir. Bu nedenle her ana öğünde sebze veya meyve yenilmesine önem verilmelidir.