Radyoaktif madde vücut içine verildiği zaman izlenebilir, saptanabilir, takip edilebilir ve böylece vücut içinde nerede, ne zaman, ne miktar bulunabileceği anlaşılabilir bir özelliği olduğundan ötürü radyoaktif madde kullanıyoruz. Tedavide ise radyasyonun dokuyu, hücreyi harabedici etkisi nedeniyle radyoaktif maddeleri birçok hastalıkta tercih ediyoruz. Bu 1950´li yıllardan beri tıpta derin bir etki oluşturan ve keşifler çağı olan 20. yüzyılda insan sağlığına çok önemli katkılarda bulunan bir tıp dalı haline gelmiş durumda.
Hangi Alanlarda Daha Sık Kullanılıyor?
Genel olarak bütün hastalıklarda ya da uygulamasında herhangi bir sınır olmayan bir tıp dalı olarak tarif etmek lazım. Teori buna uyar. Ancak günümüzdeki pratik uygulamalarda özellikle endokronolojik hastalıklarda, onkolojik hastalıklarda, beyin hastalıklarında gastromitestinal hastalıklarda, kardiyolojik hastalıklarda son derece rutin ve yoğun olarak kullanılıyor. Tiroid, Türkiye´de çok önemli sorunlardan bir tanesi uzun yıllardan beri. Ve nükleer tıp bu konuda tiroid hastalıklarının tanısında ve tedavisinde çok geniş bir etkiye sahip.
Sık Sık Nükleer Tıp Yöntemleriyle Kontrolden Geçirilmenin Sakıncası Var mı?
Eskiden nükleer tıp yöntemlerinde trioid için iyot 131 kullanılırdı. Yani, tanı amacıyla ya da değerlendirme amacıyla. Şimdi bu radyoaktif maddenin kullanımı hemen hemen sadece tedaviye yöneldi. Bu nedenle günümüzde kullanılan teknisyum 99m radyoaktif maddenin en ufak bir sakıncası yok. Hiçbir endişeye kapılmadan sıklıkla uygulanmasında bir sorun olacağına yönelik bilimsel yeterlilikte kanıtlar yoktur.
Nükleer Tıp Yöntemleri Kalp Hastalıklarının Tanısında Nasıl Kullanılıyor?
Nükleer tıp uygulamaları kalp kasının canlılığını gösteren bir teknik. Kalp kasını oluşturan hücreler canlı mı, hayatiyeti var mı, buraya yeteri kadar kan gidiyor mu? Bunu gösteren bir teknik. Anjiyonun göstermediği ya da nükleer tıp uygulamasının göstermediğini anjiyo, anjiyonun göstermediğini nükleer tıp ortaya koyuyor. Dolayısıyla, kardiyolojik uygulamalarda bu ikisi kaçınılmaz bir biçimde, atlanılmaz bir biçimde ardarda uygulanması gereken iki teknik.Ve her koroner by-pass operasyonu öncesinde bu değerlendirmenin yapılması lazım.
Kanserde Kullanımından Söz eder misiniz?
Gerek dünyada gelişmiş ülkelerde ve gelişmekte olan ülkelerde, kardiyovasküler hastalıklar ilk sırayı alıyor, kanser de ikinci sırayı alıyor genelde. Onkolojik hastalıklarda nükleer tıp çok önemli uygulama alanlarına sahip. O da başta ifade etmeye çalıştığım fonksiyona ve işleve yönelik özellikleri nedeniyle.
Kanserin bir çok türünde, kanserin oluşturduğu harabiyeti, yayılımını, primer dokunun yani ilk dokunun ana kaynağın nerede olduğunu ya da tedaviden sonra tedavinin ne ölçüde etkili olduğunu gösterebilmek açısından nükleer tıp kullanılıyor. Yakın zamanlarda gelişen önemli buluşlarla, nükleer tıbbın artık kanser dokusuna daha spesifik, daha özgün bir şekilde yapışabilmesi ve böylece bu dokuyu gösterebilmesi olanakları elde edildi. Bu konuda önemli yatırımlar, önemli araştırmalar yapılıyor. Önümüzdeki yıllarda bu konuda çok daha büyük gelişmeler ümit ediyoruz
Nükleer Tıp Testlerinin Yan Etkisi Olabilir mi?
Nükleer tıp yöntemlerinde en ufak bir yan etki beklemiyoruz. Nükleer tıp yöntemleri, şöyle açıklayayım: kullandığımız ilaçlar genellikle mg, gram düzeyindedir. Radyolojide yani röntgen uygulamalarında kullanılan kontras materyaller, miligram veya milimolar düzeydedir. Nükleer tıpta kullanılan maddelerin düzeyiyse, sentopikogram düzeyindedir. Yani ilaçların milyonda, yüzmilyonda biri düzeyinde ilaç kullanılmaktadır. Ve nükleer tıpta alerjisi olan hastalara, her türlü alerjisi olan hastalara güvenle, emniyetle hiç çekinilmeden bütün testler yapılabilir.
Nükleer Tıp Merkezlerinin Sayısı Türkiye´de Yeterli mi?
Maalesef yeterli değil. Türkiye´de şimdi toplam 124 nükleer tıp merkezimiz var. Bunların 29´u tıp fakültesi. Demek ki tıp fakültelerimizin hepsin de nükleer tıp yok henüz. 16 merkezimiz kamu hastanelerinde, yani sosyal sigortalar ve sağlık bakanlığı hastanelerinde. Özel kuruluşlarda ise 79 nükleer tıp merkezi var. Bu 124´ün dağılımı da maalesef yeterli değil. Tabi ki Türkiye´deki herşeyin dağılımı gibi nükleer tıbbın dağılımı da daha ziyade batıya, büyük metropollere yığılmış durumda. Bunun çok daha yaygınlaşması, ülke genelinde herkesin ulaşıp yararlanabileceği düzeye ulaşmasını büyük bir içtenlikle ümit ediyoruz.
Pozitron Emisyon Tomografi Nükleer Tıp Yöntemlerinin Sonuncusu. Çalışma Sistemi Açısından Diğerlerinden Farkı Nedir?
Pozitron emisyon temografi (pet) dışındaki nükleer tıp tekniklerinde tanı amacıyla kullanılan nükleer tıp tekniklerinde biz, genellikle gama ışını yayan radyoaktif maddeler kullanırız. Radyoaktif maddelerin gama ışını yayması, onların vücut dışından saptanabilmesine olanak verir. Gama ışını oldukça uzun sayılabilecek yarı ömürlü radyoaktif maddeler tarafından yayılır. Bunların yarı ömürleri altı saattir, sekiz saattir, iki gündür, üç gündür. Ve böylece bu maddeleri yurtdışından ithal edip, Türkiye´de kullanmak olanağı vardır. Fakat pozitron yayan radyoaktif materyalleri çok kısa yarı ömürlü olmaları nedeniyle yurt dışından ithal edip, kullanma olanağı yoktur. Onları mutlaka kullanılan yerde ve o yere çok yakın bir bölgede üretmek lazım. Yani, üretim tesisini kurmak lazım.
Bu birinci özellik. İkinci özellik, gama ışını yayan radyoaktif maddelerin çok nadirleri dışındakilerin hiçbiri vücuttaki moleküller içerisinde bulunmaz.
Doğal olarak yoktur. Halbuki pozitron yayan radyoaktif maddelerin hemen tümü vücut içindeki moleküllerde yeralan atomların radyoaktif tipleridir. Onlar, vücut içinde doğal olarak bulunurlar. Dolayısıyla bizim işaretleyebileceğimiz ve kullanabileceğimiz radyoaktif molekül sayısı, vücuttaki molekül sayısı kadar olabilir, teorik olarak. Bu vücuttaki herşeyi inceleyebilmemiz anlamına gelir. Bu konuda geliştirme çalışmaları çok uzun süredir devam ediyor. Ve bir çok molekül elde edildi.
Organizmaya verilerek, organizmada, davranışını izleyebilmek ve başka bir yöntemle erişemeyeceğimiz vücudun gizlerini saptayabilmek artık mümkün gözüküyor.
PET Cihazının Kanserin Erken Tanısında Önemli Olduğu Belirtildi. Kanserin Erken Tanısında Kullanılabilir mi?
Tıp dünyasında yeni gelişen, yüksek teknoloji içeren aygıtlar, ki bunun içine x ışınlı bilgisayarlı tomografi dahildir, magnetik rezonans görüntüleme, nükleer tıp yöntemleri dahildir. Bunlar tarama yöntemi değildir. Bunlar, benim bir hastalığım var mı, yok mu, bir gideyim bakayım gibi kullanılacak yöntemler ya da aygıtlar değildir. Ve pozitron emisyon tomografi uygulamaları mutlaka ama mutlaka müdavim hekimle ve klinik hekimiyle birlikte beraberlik içerisinde uygulanır. Öyle bir karar uygulanır. Yoksa, aygıta herhangi bir şekilde, bende kanser var mı, yok mu diye girip, veya bir çalışma yapılıp, bir sonuç elde edilmesi düşünülmemesi gerekli.
PET'in Diğer Yöntemlerle Üstünlükleri, Farklılıkları Neler?
Kanser hastalıklarının ve de kalp hastalıklarının şu anda en çok kullanılan radyoaktif maddesi flor 18 adını verdiğimiz radyoaktif materyal ile işaretli şeker, yani glikoz. Buna kısaca fdg deniyor. Bu materyalin vücutta davranışı normal radyoaktif olmayan glikoz, nasıl davranıyorsa aynen öyle. Radyoaktif olmayan glikozu vücutta hücrelerin temel besin maddesi olduğunu, çok çalışan hücrelerin bunu çok daha fazla aldığını, tuttuğunu biliyoruz. Hangileri çok çalışan hücreler, beyin hücreleri, kalp kası hücreleri, diğer kas hücreleri, karaciğer hücreleri gibi... Glikozu çok kullanan hücre grubu da kanser hücreleridir.
Kanser hücrelerinde kanserin kötü huypluluk derecesi arttıkta glikoz kullanımı da artar. Böylece bizim verdiğimiz radyoaktif glikoz, normal hücre grupları dışında kanser hücreleri tarafından da çok yoğun bir biçimde tutulur. Ve vücudun herhangi bir yerindeki kanser dokusunu böylece ayırdedebiliriz. Kalpte de kas hücresi, demin ifade ettiğim hücre grupları içerisinde yoğun glikoz tutan hücre gruplarından. Çünkü çok ihtiyacı var, beslenmeye, şekere. Kalp kasında da canlı doku, canlı hücre, şekeri alır ve kullanır. Canlı olmayan hücre, alıp kullanamaz. Oradaki canlı, cansız doku ayrımını da bu şekilde yapmamız mümkün olmakta.
PET’in Hastalığın Tedavisindeki Etkinliği Nedir?
ABD´de çok uzun yıllar süren araştırmalar ve çalışmalar yapıldı. Araştırmayı yapan oluşum Amerika´nın en büyük şirketi, sağlık sigortası organizasyonu. Bu pahalı bir tekniktir. Eğer bunun fiyatını ödersem, hastalara uygulanırsa, ben zarar mı ederim, kar mı ederim, neye yarar, gibi klinik araştırma yapıyorlar.
İki yıl süren bir araştırma sonucunda eğer akciğer kanserlerinde tanı ve tedavinin yönlendirilmesinde pet kullanılırsa, 2 milyar dolar yıllık yaklaşık kar ettiğini, yani harcamasından 2 milyar dolar tasarruf ettiğini saptıyor. Ve ondan sonra şirketin, bunun bulgulanmasına ilişkin ödeme oranları, bir çok hastalık için artıyor.
Şimdi, bunu halen şirketin ödeme yaptığı hastalık grupları şeklinde sıralamakla birlikte kanser ve kalp hastalıkları, diğer bir çok kanser olgusu için de kullanmanın genelde bir sakıncası yok. Son klinik etkinliğe ilişkin araştırma, Amerikan klinik kanser dergisinin mayıs 2001 sayısında yayınlanmış. Ve burada pet uygulamasının hastanın tedavisini değiştirme oranını yani, kullanılan hastaların yüzde kaçında tedaviyi değiştirdiği saptanmış. Bu oran yüzde 45 ila 70 arasında değişiyor. Ortalama olarak çok kabaca uygulamanın yapıldığı yüzde 50 hastada tedaviyi değiştirdiği ve hastaya yapılacak müdahalede farklılaşmaya neden olduğu söylenebilir.
PET Cihazıyla Yapılan Bir Taramanın Maliyeti, MR ve Bilgisayarlı Tomografiden Çok Yüksek. Sosyal Güvenlik Kurumları Bu Uygulamanın Maliyetini Karşılıyor mu?
Ülkemizde sağlık bakanlığı ve maliye bakanlığının işbirliğiyle hazırlanan ve her yıl yayınlanan bütçe uygulama uygulama talimatında bu uygulama yeralmakta. Ve emekli sandığı ile devlet kurumları tarafından ödemeler bu listeye dayanılarak yapılmakta. Zaten bu uygulamaları yapan merkezler de emekli sandığı ile anlaşmalarını yapıyorlar ve geliştiriyorlar. Sosyal sigortalar kurumunda görüşmeler sürüyor. SSK´nun hastalara uygulatma listesinde bu testin adı ve fiyatı yeralmakta. SSK hastalarına da çok yakında uygulanacağını ümit ediyorum.
Nükleer Tıp Yöntemlerinin Geleceğini Değerlendirir misiniz?
2000´li yıllardan itibaren artık moleküler tıp kavramı oluştu. Ve bu asır, bu yüzyıl, moleküler tıbbın geliştiği daha da derinleştiği bir asır olacak. Bununla paralel olarak biz de nükleer tıbbın adını moleküler nükleer tıp olacak şekilde değiştirdik.
Bu bizim icadımız değil. Nükleer tıbbın çok önemli öncülerinden sayılan Amerika´da Johnes Hopkins Üniversitesi´nin Nükleer Tıp Profesörü Henry Wagner JR´ın bir tanımıdır. Moleküler nükleer tıp, moleküler tıp alanında çok daha derin bir etkiye sahip olacak.
Çünkü hücre içindeki genetik bazda görüntüleme yapabilme, genetik bazda radyoaktif tedavi yapabilme olanaklarına kavuşacağız. Bunlar 2005´li, 2010´lu yıllardan sonra olacak diye tahmin ediyoruz. Böylece, vücutta ulaşamayacağımız noktalar gibi gözüken yerleri, gözümüzle görebilme gibi, elimizle tutabilme gibi insana herhangi bir zarar vermeden yapabilme gibi bir olanağı elde edeceğiz gibi gözüküyor.