Ayşenur Asuman Uğur
Hastanelerde Afet Yönetimi
Dünya son yıllarda birçok afetle karşı karşıya kaldı. Japonya deprem kuşağında yer alan bir ülke olması nedeniyle en çok doğal afet yaşayan ülkeler arasında geliyor. Son olarak Japonya’da 8,9 büyüklüğünde meydana geldiği bildirilen deprem ve depremin ardından gelen tsunami de dünya gündemini son günlerde oldukça meşgul etti, etmeye de devam ediyor. Deprem kuşağında yer alan bir ülke olması nedeniyle hem fiziksel hem de psikolojik olarak depreme belki de en hazırlıklı ülke olan Japonya’nın 8,9 büyüklüğündeki bir depremi en az hasarla atlattığı da söylenebilir sanıyoruz. Ama deprem sonrasında meydana gelen tsunami nedeniyle de binlerce Japon hayatını kaybetti. İlerleyen günlerde bu rakamın on binlere ulaşmasından endişe ediliyor. Öte yandan son afetlerin etkisiyle Japonya’daki enerji tesisleri de hasar gördü. Nükleer santralde yaşanan sorunlara bağlı sızıntının insan sağlığını etkileyecek boyutlara ulaşmaması için Japon hükümeti tarafından yoğun bir çaba sarfedildiği günleri yaşıyoruz. Ayrıca bu nükleer sızıntının Japonya’nın sınırlarını aşıp diğer ülkeleri tehdit etmesi de gündemde. Bütün dünyayı ilgilendiren sorun, nükleer santral yatırımı olan bazı ülkelerin her türlü yatırımlarını yeniden gözden geçirdiklerine tanık oluyoruz.
Tayvan, Haiti, Şili depremi ve Türkiye’de 1999 yılında yaşanan Gölcük-Adapazarı depremi dünyanın son yıllarda yaşadığı önemli afetler arasında yer alıyor. Endonezya’da yaşanan tsunami ve geçtiğimiz yıl Pakistan, Avustralya ve Brezilya’da gerçekleşen sel felaketleri de son yıllarda yaşanan büyük afetler arasında gösterilebilir. Bu tarz doğal afetler binler ya da on binlerce insanın hayatını kaybettiği ve insan sağlığını toplu olarak riske atan durumlar yaratıyor. Dolayısıyla da sağlık hizmeti sunmanın ve almanın farklı şekillerde önem kazandığı koşullar yaşanıyor.
Hem dünyada hem de Türkiye’de yerleşik afet bilincinin düzeyi de kimi zaman afetlerin etkilerini artıran ya da azaltan bir unsur olarak karşımıza çıkıyor. Felaketlerin sonucunda en çok ihtiyaç duyduğumuz kurumların başındaysa şüphesiz sağlık kuruluşları geliyor. Afet dönemlerinde hem kamu hem de özel sağlık kuruluşlarının da hiç bir detayı ve varsayımı atlamadan organize bir şekilde sağlık hizmetini sürdürmeleri de oldukça önem taşıyor. Tabii hastanelerin kendi alt yapıları ve sağlıkları iyiyse...
Sağlık kuruluşları, birçok farklı sektör kuruluşu gibi, kullanıcı hatası, alt yapı yetersizlikleri, mali yetersizlikler ya da yönetimden kaynaklı sorunlar nedeniyle karşılaştıkları olağanüstü durumlara hazırlıksız yakalanabiliyorlar. Ancak, sağlık kuruluşlarının her türden felakete karşı diğer bütün kuruluşlardan daha hazır olmasını beklemek yanlış olmaz sanırız.
1999 yılında yaşadığımız Marmara depreminden sonra ülkemizde konuyla ilgili yasa ve yönetmeliklerde ciddi düzenlemeler yapıldı. Hemen her kuruluşun, hastanelerin ve vatandaşın depreme karşı bilinç düzeyi yükseldi. Deprem sigortası zorunlu hale getirildi, deprem çantaları oluşturuldu, yeni yapılan ve yapılacak binaların depreme dayanıklı olması şartı arandı vs...
Depremler ve diğer afetler hastaneleri bekleyen tek tehlike değil. Türkiye’de hem özel hem de kamu hastanelerinde çıkan yangın haberlerini son yıllarda sanki daha sıklıkla duyuyoruz. Bu da hastanelerin kendi sağlıklarının ne kadar iyi olduğu konusunda yeniden ve yeniden düşünmenin gerekli olduğunu ortaya koyuyor. Son yıllarda hastanelerde çıkan yangın haberlerine bir göz atalım:
2009 yılında Bursa Şevket Yılmaz Devlet Hastanesi’nde çıkan yangında 8 kişi hayatını kaybetti. 2010 yılında İstanbul’un Gaziosmanpaşa ilçesinde özel bir tıp merkezinin çatısında çıkan yangın nedeniyle hastanede zor anlar yaşandı. 2010 yılında yaşanan bir başka yangın haberiyse Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları Hastanesi’nin çatı katında çıkan yangın oldu. Can kaybı olmadığı bildirildi ama hastanenin yoğun bakım servisi boşaltılmak durumda kaldı. 2011 yılında Sivas’ın Zara ilçesinde bulunan devlet hastanesinde çıkan yangındaysa can kaybı olmasa da hastanede hasar meydana geldi. En son alınan haberlere göre de İstanbul’un Fatih ilçesindeki bir özel hastanenin ameliyathanesinde başlayan yangın yayılmadan söndürüldü. Tüm bu yangın vakalarının nedenleri hakkında öne sürülen hep aynıydı: Elektrik kontağı...
Daha birçok benzer haberi yukarıdaki listeye eklemek mümkün. Yeryüzündeki her yapı gibi hastane yapılanmaları da benzer istenmeyen durumlarla her an karşı karşıya gelebilirler. Hal böyleyken, akla gelen ilk sorunun; sağlık kuruluşlarının yönetimleri, fiziki alt yapıları, personel eğitimleri ve organizasyonlarıyla olası felaketlere ne kadar hazırlıklı olduklarını içermesi şaşırtıcı olmaz...
Aslında sağlık kuruluşlarının afet yönetimi açısından artık çok daha donanımlı ve en azından fikri düzeyde daha hazır olduklarını söylemek yanlış olmaz. Konuyu içeren çalışmalara hem hastanelerin özelinde hem de sağlıkla ilgili bütün çevrelerde rastlanıyor. Türkiye’deki afet organizasyonunun son yıllarda geldiği durum hakkında Türkiye Acil Tıp Derneği’nin (TATD) görüşlerine başvurduk. TATD Genel Sekreteri ve Afet Komisyon Sorumlusu Uz. Dr. Aslıhan Yürüktümen şu bilgileri verdi:
“ ‘Zarar azaltma’ ve ‘hazırlık’ evrelerine yönelik olarak yapılan ve bu çalışma başlıkları altında yer alan ‘Hastane Afet Planları’nın multidisipliner yaklaşım gerektiren afet ve afet organizasyonunun yalnız bir bölümüdür. Marmara depremi tecrübesi sonrasında konuyla ilgili yasa ve yönetmeliklerde ciddi düzenlemeler yapıldı. Ulusal Medikal Kurtarma Ekipleri (UMKE) oluşturuldu. Tüm afet yönetiminin diğer kurumlardan bağımsız başbakanlık çatısı altında toplanması, gerek hastane öncesi gerekse de hastane aşamasında görev alan personelin eğitimi ve kurumların hazırlığı ile ilgili yapılanlar bu süreçte gerçekleşti ve kısmen de devam ediyor.”
Uz. Dr. Aslıhan Yürüktümen’in yukarıda belirttiği “UMKE”yi son yıllarda sık sık duyuyoruz. Marmara ve Düzce depremlerinden sonra gündeme gelen ve 2004 yılında resmi olarak kurulan UMKE, ülkemizde ya da yurt dışında meydana gelen afet ve olağan dışı durumlarda sağlık hizmetleri sunmak üzere kuruldu. UMKE’nin görevleri şöyle belirtiliyor:
“Hastalara/yaralılara aldıkları özel eğitim ve donanımla, olay yerinde, en kısa sürede ve uygun yöntemlerle müdahale ederek gecikmiş kurtarmaya bağlı ölümleri ve kurtarmadan kaynaklanacak ölüm ve sakatlıkları en aza indirmek. Afet veya olağandışı durumlarda imkân ve kabiliyetlerini kullanarak hastalara/yaralılara medikal müdahale yapmak ve kurtarmak. Kurtarılan kazazedeleri, en kısa sürede ileri acil tedavi ünitelerine naklini sağlamak üzere ambulanslara, uygun nakil araçlarına ve görevlilerine teslim etmek. Afetler ve olağan dışı durumlarda diğer sağlık ekiplerinin sunduğu tıbbi yardımların yeterli olmadığı durumlarda ve alanlarda, ekibin kendi donanım, personel ve eğitim olanakları dâhilinde ihtiyaç duyulan sağlık hizmetlerine destek vermek. Olay yeri sağlık hizmetlerinin yönetimi yapmak, triyaj, tıbbi müdahale, nakil hazırlıkları, haberleşme ve kayıt yapmak. Afet birimi ve diğer yerler ile gerekli iletişimi ve bilgi akışını sağlamak. Faaliyetleri kapsamında ilgili kurum, kuruluş ve kişilerle işbirliği yapmak. Gerekli hallerde, yurtdışında meydana gelen afet ve olağan dışı durumlarda sağlık hizmetlerinde görev almak.”
Şüphesiz UMKE gibi bir organizasyonun kurulması 1999’da yaşadığımız Marmara depreminden önce de gerekliydi. Ülkemizin deprem kuşağında yer aldığı, dünyada iklim değişiklerinin yaşandığı sel, toprak kaymaları gibi olayların artık daha sık yaşandığı biliniyordu. Ayrıca her oluşumun alt yapı sorunlarından kaynaklanması olası sorunların yaşanması da beklenir olmalıydı.
Konuyla bağlantılı olarak TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası’nın (İMO) “Türkiye’de Deprem Gerçeği” başlıklı araştırmasında şu verilere yer verildi: “Türkiye topraklarının yüzde 66’sı, nüfusun yüzde 71’i, toplam belediyelerin yüzde 68’i (1900 adedi) 1. ve 2. derece deprem bölgeleri içinde yer alıyor. Türkiye genelinde Sağlık Bakanlığı’na bağlı toplam 832 hastane bulunmaktadır. Türkiye nüfusunun yüzde 71’inin 1. ve 2. derece deprem alanı üzerinde yaşadığı; hastanelerin de nüfus yoğunluğuna göre dağıldığı düşünüldüğünde, ülkemizdeki hastanelerin çok büyük bölümünün en üst düzeyde deprem tehlikesi altında olduğu söylenebilir.
Türkiye’de sağlık kuruluşlarının 3’te 2’sinden fazlası 1. ve 2. derece deprem bölgesi üzerinde bulunmaktadır. Bu bölgelerde bulunan binaların yalnızca 54’ünün güçlendirme projesi hazırlanmış durumdadır. Güçlendirme imalatı tamamlanan ve yapılmakta olan hastane bina sayısı ise 55’tir ve bu sayılar oran itibarıyla yüzde 1’in altında kalmaktadır.”
Konuyu hastaneler açısından incelemeye aldığımızda ülkemizdeki hastanelerin gerçek anlamda bir afet planı olup olmadığı, ilk akla gelmesi gereken soru... TATD bünyesinde hastanelere afet yönetimi konusunda eğitimler veren Uz. Dr. Yürüktümen genel tespitlerini şöyle sıralıyor: “Bölgesel farklılıklar olmakla birlikte hem özel hem devlet kurumlarında; gerek getirilen yasal zorunluluklar gerekse de kalite çalışmalarının getirdiği zorunluluk nedeniyle kağıt üzerinde de olsa hastanelerimizin sıklıkla bir afet planı mevcuttur. Ancak uygulamayı değerlendirdiğimizde çok az bölge ve hastanenin belli bir yol kat edebildiğini görmekteyiz.”
2011 yılı itibariyle hastanelerin afet planları ile ilgili oluşturdukları genel tablo Acil Tıp Derneği yöneticisi tarafından yukarıdaki sözlerle özetleniyor. Elbette hastaneler herhangi bir felaket durumunda yaşanabilecek olumsuzlukları en az indirgemek için bir acil durum planlaması bulunduruyor. Bu planlamalar çeşitli kalite belgesine sahip ya da kalite belgesi alma sürecindeki sağlık kuruluşlarında zaten zorunlu olarak yapılıyor. Ancak konunun önemine uygun ve tam anlamıyla sindirilmiş girişimlerin ne denli hayata geçirilebildiğini de görmek zorundayız.
Hastanelerde afetlere yönelik önlemler hakkında sorularımızı yönelttiğimiz Academic Hospital Entegre Yönetim Sistemi Koordinatörü A. Yunus Sarıyıldız, kendi hastanelerinde bu yönde yapmış oldukları çalışmaları şöyle aktarıyor:
“Hastanemizde Entegre Yönetim Sistemi kurulmuştur. Bu çerçevede; ISO 9001:2008 Kalite Yönetim Sistemi, ISO 14001:2004 Çevre Yönetim Sistemi, ISO 1002:2004 Müşteri Şikayetleri Yönetim Sistemi ve OHSAS 18001:2007 İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetim Sistemi işlemektedir. Dolayısıyla bir afet durumunda nasıl hareket edeceğimiz, Acil Durum Yönetimi Prosedür ve Talimatlarında tanımlanmıştır.”
Hastanelerde afet yönetimine yönelik olarak anlaşılan, prosedür ve talimatlar da afet yönetim organizasyonunda görev alacak özel ekiplerin kimlerden oluşacağı ve bu ekiplere ne tarz eğitim verileceği de konunun aynı derecede önemli yanları olarak karşımıza çıkıyor. Afet yönetimiyle ilgili geniş çaplı bir organizasyon kurduklarını belirten Florence Nightingale Hastaneleri Kalite Sistemleri Yöneticisi Nilgün Çakır, böylesi acil durumları içeren çalışmaları hakkında şu bilgileri paylaşıyor:
“Öncelikle herhangi bir afet durumunda yaşanabilecek olumsuzlukları en aza indirgemek için bir planlamamız mevcuttur. Hastanemizde gelişebilecek olası felaket durumları iç ve dış afetler olarak tespit edilmiş ve tanımlanmıştır. Felaket durumları, alınacak önlemleri ve felaket durumunda yapılması gerekenleri içeren kurum genelinde yayınlanmış ve yılda en az 1 defa gözden geçirilmekte olan Acil Durum Planı mevcuttur. Bir felaket durumunda görev alacak özel ekipler oluşturulmuş ve bu ekiplere eğitim verilmiştir.”
Medistate Kavacık Hastanesi Teknik Hizmetler Müdürü Oğuz Yeşiltaş ise hasta ve yakınlarının kaliteli ve güvenli sağlık hizmeti alabilmeleri, çalışanların güvenli bir ortamda faaliyet göstermeleri için; acil durumlarda en kısa zamanda etkin bir biçimde müdahale edebilmek, yetki kargaşasını önleyerek sağlıklı ve bilinçli müdahale sağlamak amacıyla Tesis Güvenlik ve Yönetim Komisyonu’nca şu programları uyguladıklarını belirtiyor: “Tüm personel yılda bir kez yangın söndürme eğitimi alır ve bu eğitimler sertifikalandırılır. Acil durum eylem planları yapılmış, gerekli görev tanımları ve yetkilendirmeler hazırlanmıştır. Acil durum süreç ve prosedürleri hazırlanarak uygulamaya konulmuştur. Acil durumlara hazırlıklı olmak için de belirli periyotlarda tatbikatlar yapılmaktadır.”
Oğuz Yeşiltaş hastanenin teknik donanımları hakkındaysa şu bilgileri veriyor:
“Hastanemizde acil durumlar için bulunan ekipman ve alanlarımızın tümü bina yönetim ve otomasyon sistemine bağlı çalışıyor. 850 noktalı yangın algılama sistemi, sulu söndürme sistemi, 35 adet yangın dolabı, 80 adet yangın söndürme tüpü, 2 adet elektrikli yangın pompası, 2 adet dizel yangın pompası, 150 ton kapasiteli yangın deposu, 266 m2 sığınak, 2 adet genel yangın merdiveni, 6 adet bina haricine yangın çıkışı, elektronik izlemeli yangın ve duman kapıları, 2 yangın merdivenleri basınçlandırma fanı var.” Hastaneler olası acil durumlarda çalışanlarını yukarıda da belirtildiği gibi organize ettiklerini belirtiyorlar. Öte yandan hastanelerimizin olası bir afet durumunda hangi teknik donanımlara sahip oldukları da konunun bir başka boyutunu oluşturuyor. Erciyes Üniversitesi Hastanesi Afet Yönetim Merkezi Müdürü Mehmet Yeşiltaş, “afetlere teknik anlamda hiçbir zaman tam olarak hazırlıklı olunamayacağını, çünkü her afet ve beklenmeyen olayın kendi dinamiklerini olduğunu” belirterek mevcut teknik donanımları hakkında şu bilgileri veriyor: “Hastanemizde yangın ve afet önlemleri ile ilgili son teknolojiyi takip ediyor ve uyguluyoruz. Birkaç örnek vermek gerekirse; hastanelerimiz yerleşkesinde paratoner sistemi yaptırdık. Bu sistem ayrıca yıldırımın topraktan tekrar binamıza dönmesine müsaade etmeyecek şekilde yapılandırılmıştır. Kuru boru (yangın sistemi), yangın söndürme dolaplarımızı yeni yönetmeliğe uygun hale getirdik, kimyevi madde depolarımızı hastaneler dışına aldık, yangın söndürme tüplerimizi yeni nesil sıvı söndürücüler ile yeniliyoruz. Son olarak hastanelerimiz içinde acil tahliye asansörü yapıyoruz. Bu asansör dış cepheden bütün olumsuzluklardan etkilenmeden çalışabilen bir tahliye asansörü olacak.”
Afetlere hazırlık konusunda görüşlerine başvurduğumuz hastane yöneticileri, genelde teknik donanımları hakkında herhangi bir eksikleri olmadığını belirtiyorlar. Her tür istenmeyen olay ve doğal afetler sırasında hastanelerin dışarıdan da kimi hizmetleri alabilmesi gerekiyor. Destek hizmetlerinin nasıl alınacağı bazı hastanelerde ince ayrıntılarıyla planlanmış durumda. Dışarıdan hangi alanlarda destek alacaklarını belirleyen hastanelerin yanı sıra kimi hastanelerse kendi öz kaynaklarını bu alanda yeterli görüyorlar. Nilgün Çakır öncelikle böyle bir durumda kendi kaynaklarımı kullanarak planlama yaptıklarını belirterek şu bilgileri aktarıyor:
“Gerek malzeme temini ve sevkiyatı gerekse hasta transferi öncelikle grup hastanelerimiz kapsamında gerçekleştirilecek durumdadır. Grup genelinde tüm kurumlarımızın ağır hasarı durumunda, acil durum planımızda tanımlanan itfaiye, belediyeler, kamu kurum ve hastanelerinden yardım sağlanacaktır. Bunun yanında TAEK (Türkiye Atom Enerjisi Kurumu)’ten de radyasyon kazaları durumunda destek sağlanmaktadır.”
Erciyes Üniversitesi Hastaneleri Afet Yönetim Merkezi Birim Sorumlusu Mehmet Eskitaş ise bu yöndeki işbirlikçi kuruluşlarını şöyle sıralıyor:
“Alacağımız destek hizmetlerine ilgili planımızda yer veriyoruz. Bu kurumlar arasında Erciyes Üniversitesi Rektörlüğü, Kayseri Valiliği, Afet Acil Durum İl Müdürlüğü, Kayseri İtfaiyesi, İl Sağlık Müdürlüğü ve bağlı ekipleri ve gerekli kamu kurumları var. Ayrıca sivil toplum kuruluşları, AKUT, Kızılay ve afet gönüllülerini de ihtiyaç dâhilinde planımız içerisine alıyoruz.”
Herhangi bir afet durumunda kilit konumda olan hastanelerde güvenliğin sağlanması, elektrik ve su kesintilerine yönelik olarak tedbirlerin alınması hem kuruluşta mevcut bulunan hastalar açısından hem de dışardan gelecek yeni hastalar için oldukça önemli. Konuyla ilgili elektrik ve su kesintileri ve haberleşme anlamında aldıkları tedbirler hakkındaysa Medistate Hastanesi Teknik Hizmetler Müdürü Oğuz Yeşiltaş şu bilgileri veriyor: “2 adet 900 KVA jeneratör, 10 ton jeneratör yakıtı, 600 ton su rezervi, haberleşme için 10 adet telsiz ve 12 adet güvenlik görevlisi hazır olarak görevlendirilmiştir.”
Academic Hospital “Entegre Yönetim Sistemi Koordinatörü A. Yunus Sarıyıldız ise hastanelerinde bu yönde almış oldukları tedbirleri ise şöyle sıralıyor:
“Yangında kullanılmak üzere her katta merkezi yangın söndürme sistemi, yangın tüpleri mevcut olup sadece yangında kullanılmak üzere 5 tonluk su depomuz vardır. Hastanemizde 400 KVA gücünde dizel jeneratör bulunmaktadır. Bu jeneratör enerji kesintisi halinde 5 saniye içerisinde devreye girip, hastanenin tamamını beslemektedir. Bununla beraber 1 tonluk yedek dizel yakıt depomuz mevcuttur. Jeneratörümüz tam dolu depo ile 24 saat civarında hastanemizin elektrik ihtiyacını karşılayabilecek güç ve donanımdadır. Afet durumunda su kesintisi halinde hastanemizde 24 saat hizmet verebilecek yeterlilikte 30 tonluk dahili korunaklı şebeke suyu deposu mevcuttur.”
Florence Nightingale Hastaneleri Kalite Yöneticisi Nilgün Çakır ise elektrik ve su kesintileri, güvenlik ve haberleşmeye yönelik olarak almış oldukları önlemlerden şöyle bahsediyor:
“Elektrik ve su kesintisi durumunda alternatif kaynaklardan su ve elektrik kullanım miktarı ve toplam kapasiteye oranı izleniyor ve kaydediliyor. Bu durum bu analizlere göre tekrar gözden geçiriliyor.”
Olası bir nükleer, biyolojik ya da kimyasal kaza ya da saldırıya yönelik olarak hastanelerin ne gibi tedbirler aldığı da farklı bir soru. Belki de son zamanlarda Japonya’da yaşanılan olaylar nedeniyle bu konunun üzerinde hassasiyetle durulması gerekiyor. Özellikle nükleer santrali olan, nükleer santrale komşu olan ülkelerde ve bizim gibi nükleer santral yatırımı üzerine çalışmaları olan Türkiye’de... Şöyle ki Japonya gibi en son teknolojileri kullanan ve üreten bir ülke bile her türlü tedbir alındığı halde maalesef nükleer santrallerindeki sızıntının önüne geçemedi. Şimdilerdeyse bu sızıntı geniş bir coğrafyada insanların sağlığını tehdit ediyor.
Ülkemize baktığımızda hastane afet planı olan her hastanenin olası bir nükleer, biyolojik ya da kimyasal kaza ya da saldırıya yönelik olarak almış olduğu tedbirlerin “Çevre Yönetimi Prosedürü” ve “Acil Durum Yönetimi Prosedürü” çerçevesinde belirlendiği görülüyor. Erciyes Üniversitesi Hastaneleri’nin bu yönde çalışmalarında bahseden Mehmet Yeşiltaş şu bilgileri aktarıyor:
“Nükleer, biyolojik ve kimyasal kazalara karşı önlemlere hastane afet planımızda yer veriyoruz. Özellikle hastaneler için büyük tehdit oluşturan radyasyon kazalarına karşı gerekli önlemlerimiz mevcut. Bu konuda Radyasyon Sağlığı ve Güvenliği kurulumuz çalışmaları yürütüyor. NBC saldırılarda ise Kayseri Valiliği’nin hazırlamış olduğu il afet planı kapsamında üzerimize düşen görevleri yerine getirmeye çalışıyoruz.”
Oğuz Yeşiltaş ise “Medistate Hastanesi’nde bu yönden dekontaminasyon kabini, gaz maskeleri, kimyasal sızdırmaz elbiseler ve kullanımları yönünde personelimizi eğitiyoruz” diyor.
Yukarıda da belirtildiği gibi sağlık kuruluşlarından bir takım örneklerle vermiş olduğumuz gibi kuruluşların kalite standartları ve afet bilinç düzeyiyle orantılı olarak hastane afet planlarını ve bu yönde teknik donanımlarını oluşturdukları görülüyor. Ancak alınan önlemlerin geçerli ve kalıcı olup olmadığına da bakmamız gerekiyor.
Türkiye Acil Tıp Derneği’nin Türkiye genelindeki sağlık kuruluşlarıyla işbirliği halinde bir takım çalışmalar uyguladığı biliniyor. Uz. Dr. Aslıhan Yürüktümen Hastane Afet Planı, “HAP”ın Türkiye’de ne kadar etkin işlediği yönünde tespitlerini şöyle ifade ediyor:
“Teorik eğitimler belli oranda verilmekle birlikte yapılan araştırmalarda ne yazık ki planların sıklıkla kağıt üzerinde kaldığı, düzenli şekilde gerçek ölçekli tatbikatlar yapılmadığı ve ilgili görevlendirmelerin sürekliliğinin sağlanamadığı görülmektedir. Çok az kurum bu konuda rüştünü ispat etmiş durumdadır.”
Uz. Dr. Aslıhan Yürüktümen sağlık kuruluşlarındaki “HAP” ile ilgili düzenlen eğitimlerde elde edilen sonuçlara göre durum değerlendirmesiniyse şöyle yapıyor:
“Kurumumuz 2001 yılından beri düzenli afet eğitimi vermektedir. Sürece bakıldığında afet ve “HAP”a ilişkin farkındalığın giderek arttığını söyleyebiliriz. Ancak yasal düzenlemelere ve konu ile ilgili çalışma yapma konusunda daha başka tetikleyici faktörler olmasına rağmen halen istenen noktada değiliz. 2007-2010 yılları arasında düzenlediğimiz güncel “HAP” eğitimleri verilerine göre hastanelerimizin büyük oranda bir “HAP”a sahip oldukları (%90,6), ancak eğitim verilen kurum sayısının (%51,2) kısıtlı olduğu görülmektedir. “HAP” ayrıntıları sorgulandığında uygulama ve tatbikat yetersizliğine bağlı ciddi zaaflar olduğu gözlenmiştir.”
Uz. Dr. Yürüktümen bu yöndeki önerileriniyse şöyle sıralıyor:
“Hem kamu hem de özel hastanelerde eğitimlerin düzenliliği ve standart şekilde tekrarlanabilirliğinin sağlanması gerekmektedir. Ancak tüm bunlar için öncelikle hastane yöneticilerimizin konuyla ilgili yapılacak hazırlıkların iş yükü ve mali açıdan getireceği olası yüke rağmen önemine inanması sağlanmalıdır.”
Devamı Doktor Dergisi 69. Sayısında!
Doktor Dergisi