ÖNYARGI HASTALIĞI
Kişi ya da toplum olarak bilmediğimiz, bizi ürküten, rahatsız eden şeylerle karşılaştığımızda onu uzaklaştırma, damgalama, yabancılaştırma, o şey hakkında olumsuz düşünme eğiliminde bulunuruz. Farklı ırklara, cinsiyetlere, dinlere, mesleklere, kişilere, hastalara, farklı görünenlere karşı tutumlar geliştiririz. Bu tutumlarımızın güncel boyutlu olduğunu düşünmek bizi yanıltır. Tutumlarımız kültürden gelen deneyimlerimizden etkilendiği gibi felsefe ve inançlardan da etkilenmektedir. Tutumlarla ilişkili kavramlardan olan önyargılar da bu süreç içinde oluşmaya başlar ( Aker ve ark., 2002). Günlük yaşama bakıldığında, yukarıda örneklerini verdiğimiz gruplar ve kişilerden mutlaka bir veya bir kaçı hakkında ön yargılarımız olduğunu söyleyebiliriz.
Önyargı, bir tek ya da bir grup bireyin öncelikle grup üyeliği temelinde değerlendirilmesidir. Ön yargı duygusaldır ve peşin hükme dayalıdır. Algılayıcı insanları bireyler olarak özellikleri temelinde değil de grup üyelikleri temelinde değerlendirir (Taylor, Peplau, Sears, 2007).
Önyargı, çoğunlukla kalıpyargı ve ayrımcılıkla birlikte anılır. Her biri birbirleri ile iç içe olmalarına rağmen aralarında temel bazı farklardan söz edilebilir. Kalıpyargılar, belirli bir grup ya da toplumsal kategorideki insanlar tarafından paylaşılan özelliklere ilişkin inançlardır. Kısaca, kalıpyargılar bilişsel bileşenlidir. Gerçekte her ikisi de biliş ve duygu karışımını yansıtmaktadır. Ayrımcılık ise, grup üyelikleri temelinde bireylere yönelik olumsuz davranışlardan oluşur. Ayrımcılıkta davranışsal bileşen dikkati çeker (Taylor, Peplau, Sears, 2007). Önyargı, kalıpyargı ve ayrımcılık birbirlerinden bağımsız değildirler. Olumsuz bilişsel ve duygusal tepkilerle oluşan önyargılar, davranışsal tepkiler aracılığı ile ayrımcılığa neden olur ve olumsuz kalıpyargıları güçlendirir (Kaya & Ünal, 2006).
ŞİZOFREN HASTALAR ve ÖNYARGI
Önyargı, kalıpyargı ve bunlara ilişkin olumsuz duygu ve düşünceler sadece toplumdaki farklı mesleklere, dinlere, cinsiyetlere karşı değil hastalıklara karşı olan tutumları da etkilemektedir. Özellikle akıl hastalıklarına karşı yüzlerce olumsuz tutum vardır. Akıl hastaları davranışları önceden kestirilemeyen bireyler olarak kavranmış ve bu kavrayış neredeyse çok temel ve tehdit edici bir şema haline gelmiştir. Önceden kestirilemezlik şeması, yüzyıllardır insanın hayatını öngörebilme varsayımını tehdit eden önemli bir unsurdur. Bu nedenle, akıl hastalığı kötü olan her şey olarak düşünülmüş, sonuçta ortaya çıkan ise daha çok bir korku, mesafe koyma veya etiketleme olmuştur ( Aker ve ark., 2002).
Hastalıklara yönelik bu tür olumsuz önyargılardan nasibini alan hastalıkların başında psikiyatrik bozukluklar gelmektedir. Önyargılar, sokaktaki insana gereksinim duyduğu basit açıklamayı sağlamakta düşmanca tutumları için mazeret oluşturmakta ya da kişisel çatışmalarını başkasına yansıtmasına yardım etmektedir. Günlük konuşmalarda “akıl hastası” ya da “ruh hastası” hemen her zaman muhatabını aşağılayan, küçük düşüren bir anlamda kullanılır. Uygarlığın ilk dönemlerinden beri var olan bu leke neredeyse genetik yolla günümüze kadar gelmiştir ( Üçok, 2003).
Şizofreni, psikiyatrik bozukluklar arasında belki de en ürkütücü olanıdır. Bunda gidiş özelliklerinin diğerlerine göre daha olumsuz olmasının yanı sıra, şizofreni tanısının taşıdığı etiketlemenin de önemli rolü vardır. Etiketleme sadece hastayı değil, onunla ilişkili her şeyi ve herkesi olumsuz etkilemektedir ( Üçok, 2003).
Şizofreni, düşünce, duygu ve davranışlarda temel bozukluklarla kendini gösteren bir bozukluktur. Bu hastalıkta, bozuk düşüncede fikirler mantıksal değildir, algı ve dikkat bozuktur. Motor faaliyetlerde bozulmalar vardır. Uygunsuz ya da donuk duygulanım görülür. Hastanın diğer insanlardan ve gerçeklerden sıklıkla varsanı ve sanrılara kaçmasına neden olur ( Davison & Neale, 2004).
Şizofren bireylerin dış görünümündeki bazı özellikler bu kişilerin hasta olarak tanınmalarını kolaylaştırmaktadır. Örneğin, antipsikotiklerin yan etkileri olarak ortaya çıkan, maske yüz, parkinsonizme özgü hareket biçimi gibi özellikler doğrudan şizofreniye bağlı olmasalar bile bu kişilerin hasta olarak tanınmalarına neden olur. Hastalar için “robot gibi”, “zombi gibi” yakıştırmasına neden olan bu tür yan etkiler damgayı kolaylaştırmaktadır (Üçok, 2003).
Türkiye’deki ilk çalışmalarda halkın ruhsal hastalığı olanlardan uzak durma ve reddetme eğilimleri belirgin olarak baskın bulunmuştur. Sonraki yıllarda yapılan çalışmalarda da ruhsal hastalıkları tanıma oranında belirgin bir yükselme görülmekle birlikte, olumsuz tutumların sürdürüldüğü ve halkın bu hastalıklarla sosyal yakınlıktan çekindikleri görülmüştür (Taşkın, Şen, Aydemir, Demet, Özmen, İçelli, 2002).
ABD’de daha önce şizofreni tanısı almış olmasına karşın son beş yılını tamamen iyi durumda ve çalışarak geçirmiş bir bireyin toplumca kabul edilmesi aynı durumdaki bir eski mahkuma göre daha güç olmaktadır. Çünkü şizofreni etiketlemesi ( stigması) bireyleri bazı hak ve menfaatlerden yoksun bırakmaktadır ( Sungur, 2000). Bu şekilde şizofren hastalara olan önyargı, yazının başında tanımlanan ayrımcılığa kadar neden olabilmektedir. Bu kişiler, şizofreni hastalarına olan önyargıdan dolayı işe alınmama sağlık hizmetlerinden yararlanamama, yasalar karşısında zor durumda kalma ve sosyal ilişkiler açısından engellenmelerle karşı karşıya kalmaktadırlar (Gümüş, 2006).
Şizofreni hastaları üzerindeki bu olumsuz önyargılar sadece hastayı değil onunla ilişkili her şeyi etkilemektedir. Kullanılan ilaçlardan hastaların yakın akrabalarına, tedavisini üstlenen hekimlerden, hastaneye hatta hastanenin bulunduğu şehir ya da semte kadar her şey “şizofren”, “deli” gibi ifadelerden nasibini almaktadır. Hastanın geçmişte kullandığı ilaçlar arasında antipsikotik ilaçlardan birinin adı geçtiği zaman psikiyatristler dahil çoğu hekimin zihninde bu hastanın şizofren olduğu yargısı belirir (Üçok, 2003).
Şizofreni hastalarının yakınları önyargılara ilişkin olarak birçok yaşantıya sahiptir. Kendilerine toplum içinde farklı davranıldığı için kaygı duymakta ve yakınlarının hastalığını gizlemeye çalışmaktadırlar. Sağduyu ve arkadaşlarının çalışmasında (2003), hasta yakınlarının kendilerinde de şizofreniye yönelik ön yargı ve damgalama olduğu belirlenmiştir (Akt. Bahar, 2007).
Sağlık çalışanlarının şizofreni hastalarına yönelik tutumlarını değerlendiren çalışmalar incelendiğinde; sağlık profesyonellerinin tutumlarının da genel halkın sahip olduğu tutumlar gibi olduğu görülmektedir (Bahar, 2007).
Toplumda yaşayan bireylerin ruhsal sorunu olan insanlara karşı oluşturduğu negatif tutumlar, hastanın toplumsal yaşamda yerini almasında ciddi bir engel oluşturmakta ve ruhsal sorunlu bireylerin topluma uyumunu sınırlandırmaktadır.
ÖNYARGININ KÖKLERİ
Öğrenme Kuramları
Önyargının tutumlarla ilişkili olduğundan yazının başında kısaca değinilmişti. Toplumsal öğrenme kuramı, önyargının tutum ve değerler gibi öğrenildiğini savunur. Çocuklar kalıpyargı ve önyargılarla birlikte doğmazlar. Onları ailelerinden, akranlarından, kitle iletişim araçlarından ve kendilerini saran toplumdan öğrenmek zorundadırlar. Toplumsallaşma, çocukların toplumlarının normlarını öğrendikleri sürece verilen addır. Önyargılar evin içinde ya da dışında öğrenilebilir. Bu öğrenme, standart toplumsal öğrenme mekanizmalarından herhangi biri yoluyla olabilir. Örneğin, çocuklar arkadaşlarının veya yetişkinlerin önyargılarını taklit edebilirler, kötüleyici etnik mizah kullandıkları için pekiştirilebilirler (Taylor, Peplau, Sears, 2007).
Kitle iletişim araçları olası diğer bir toplumsal öğrenme kaynağını oluşturur. Kitle iletişim araçları grup kalıpyargılarını pekiştirmede önemli bir rol oynar. Çünkü belirli herhangi bir grubun kitle iletişim araçlarındaki temsil oranı toplumun o gruba ilişkin şimdiki kalıpyargılarını yansıtmaktadır. Televizyonda görünme ayrıca kalıpyargıları pekiştirme eğilimindedir (Taylor, Peplau, Sears, 2007). Örneğin, ana haber bültenlerinde bir şizofren hastanın işlediği suçlar abartılı bir şekilde verildiğinde şizofreniye karşı var olan önyargıları daha da pekiştirebilmektedir. Bazen kitle iletişim araçları yalın kalıpyargısal imgelerin üstüne çıkmaktadır (Taylor, Peplau, Sears, 2007). Örneğin, kitle iletişim araçları sayesinde şizofreni hakkında gerçek bilgilere ulaşılabilmektedir.
Güdüsel Kuramlar
Güdüsel kuramlar önyargının bireyin gereksinimlerinin doyurulmasına nasıl yardım ettiği üzerinde odaklaşırlar. Güdüsellikleri başlıca iki nedene dayanır. İlk olarak insanların güdüleri üzerine odaklaşırlar. İkinci olarak da insanların önyargılı tutumlar benimsemelerine yol açan özendiriciler üzerine dururlar. Psikodinamik kuram, önyargıyı yön değiştirmiş saldırganlık olarak görür. Diğer bir psikodinamik kuram, önyargıyı bir kişilik bozukluğu olarak ele alır. Güdülerle ilgili ikinci bir görüşe göre, önyargılar gruplar arası rekabetten doğmaktadır (Taylor, Peplau, Sears, 2007).
Bilişsel Temeller
İnsanların algılanmasında çevremizdeki karmaşık dünyayı yalınlaştırma gereksinimimiz doğal sistematik hataların yapılmasına neden olmaktadır. Zararsız görünen bilişsel yanlılıklar önyargılı toplumsallaşmanın, kişilik bozukluklarının ya da gruplar arasında kaynaklar için rekabetin olmadığı durumlarda bile kalıpyargı ve önyargıların biçimlenmesine neden olur. Burada ilk adım gruplara ayırmadır. Algılayıcılar doğal olarak insanları gruplandırırlar. İnsanların siyah mı, beyaz mı, genç mi, yaşlı mı olduğunu anlar ve anında bir gruba sokarız. Bu, büyük ölçüde otomatik, bilinçsiz ve isteğe bağlı olmayan bir süreçtir. İkinci adımda kategorileme gelir. Kişi bir kez bir gruba sokulduktan sonra kalıpyargıların kategori- temelli olarak hazırlanması çabuk, bilinçsiz ve isteğe bağlı olmaksızın gerçekleşir. Örneğin, hemen hepimiz belirli yaş grupları, ırksal gruplar ve yaygın olarak karşılaşılan öteki gruplar hakkında standart bir kalıpyargılar takımını öğreniriz (Taylor, Peplau, Sears, 2007).
Yukarıda değinilen kuramlardan biri veya bir kaçı şizofreni hastalarına olan önyargının oluşumunda etkili olabilir gözükmektedir. Sungur (2000), şizofreni ile ilgili önyargının oluşmasında etkili olan bazı yanlış bilinenlerden (mitlerden) bahseder ve onları şu şekilde sıralar: