Almanya Türk'lere Önyargıyla Yaklaşıyor

Almanya'da yaşayan bir grup arkadaş Almanların Türk'lere karşı önyargılı olup olmadığını araştırdı. Almanya sokaklarından çıkan sonuç hepimizi üzecek boyutta. Din,renk,ırk farketmeksizin Türk toplumuna büyük bir önyargı besleniyor. Almanya'da Türkler 'bıçaklarım' tehditleriyle, 'dövüş çıkartmak' istekleriyle tanınıyor.

ÖNYARGI HASTALIĞI

Kişi ya da toplum olarak bilmediğimiz, bizi ürküten, rahatsız eden şeylerle karşılaştığımızda onu uzaklaştırma, damgalama, yabancılaştırma, o şey hakkında olumsuz düşünme eğiliminde bulunuruz. Farklı ırklara, cinsiyetlere, dinlere, mesleklere, kişilere, hastalara, farklı görünenlere karşı tutumlar geliştiririz. Bu tutumlarımızın güncel boyutlu olduğunu düşünmek bizi yanıltır. Tutumlarımız kültürden gelen deneyimlerimizden etkilendiği gibi felsefe ve inançlardan da etkilenmektedir. Tutumlarla ilişkili kavramlardan olan önyargılar da bu süreç içinde oluşmaya başlar ( Aker ve ark., 2002).  Günlük yaşama bakıldığında, yukarıda örneklerini verdiğimiz gruplar ve kişilerden mutlaka bir veya bir kaçı hakkında ön yargılarımız olduğunu söyleyebiliriz.

Önyargı, bir tek ya da bir grup bireyin öncelikle grup üyeliği temelinde değerlendirilmesidir.  Ön yargı duygusaldır ve peşin hükme dayalıdır. Algılayıcı insanları bireyler olarak özellikleri temelinde değil de grup üyelikleri temelinde değerlendirir (Taylor, Peplau, Sears, 2007).
 
 

Önyargı, çoğunlukla kalıpyargı ve ayrımcılıkla birlikte anılır. Her biri birbirleri ile iç içe olmalarına rağmen aralarında temel bazı farklardan söz edilebilir. Kalıpyargılar, belirli bir grup ya da toplumsal kategorideki insanlar tarafından paylaşılan özelliklere ilişkin inançlardır. Kısaca, kalıpyargılar bilişsel bileşenlidir. Gerçekte her ikisi de biliş ve duygu karışımını yansıtmaktadır. Ayrımcılık ise, grup üyelikleri temelinde bireylere yönelik olumsuz davranışlardan oluşur. Ayrımcılıkta davranışsal bileşen dikkati çeker (Taylor, Peplau, Sears, 2007). Önyargı, kalıpyargı ve ayrımcılık birbirlerinden bağımsız değildirler. Olumsuz bilişsel ve duygusal tepkilerle oluşan önyargılar, davranışsal tepkiler aracılığı ile ayrımcılığa neden  olur ve olumsuz kalıpyargıları güçlendirir (Kaya & Ünal, 2006).

ŞİZOFREN HASTALAR ve ÖNYARGI
 
 

Önyargı, kalıpyargı ve bunlara ilişkin olumsuz duygu ve düşünceler sadece toplumdaki farklı mesleklere, dinlere, cinsiyetlere karşı değil hastalıklara karşı olan tutumları da etkilemektedir. Özellikle akıl hastalıklarına karşı yüzlerce olumsuz tutum vardır. Akıl hastaları davranışları önceden kestirilemeyen bireyler olarak kavranmış ve bu kavrayış neredeyse çok temel ve tehdit edici bir şema haline gelmiştir. Önceden kestirilemezlik şeması, yüzyıllardır insanın hayatını öngörebilme varsayımını tehdit eden önemli bir unsurdur. Bu nedenle, akıl hastalığı kötü olan her şey olarak düşünülmüş, sonuçta ortaya çıkan ise daha çok bir korku, mesafe koyma veya etiketleme olmuştur ( Aker ve ark., 2002).
 
 

Hastalıklara yönelik bu tür olumsuz önyargılardan nasibini alan hastalıkların başında psikiyatrik bozukluklar gelmektedir. Önyargılar, sokaktaki insana gereksinim duyduğu basit açıklamayı sağlamakta düşmanca tutumları için mazeret oluşturmakta ya da kişisel çatışmalarını başkasına yansıtmasına yardım etmektedir.  Günlük konuşmalarda “akıl hastası” ya da “ruh hastası” hemen her zaman muhatabını aşağılayan, küçük düşüren bir anlamda kullanılır. Uygarlığın ilk dönemlerinden beri var olan bu leke neredeyse genetik yolla günümüze kadar gelmiştir ( Üçok, 2003).
 
 

Şizofreni, psikiyatrik bozukluklar arasında belki de  en ürkütücü olanıdır. Bunda gidiş özelliklerinin diğerlerine göre daha olumsuz olmasının yanı sıra, şizofreni tanısının taşıdığı etiketlemenin de önemli rolü vardır. Etiketleme sadece hastayı değil, onunla ilişkili her şeyi ve herkesi olumsuz etkilemektedir ( Üçok, 2003).  
 
 

Şizofreni, düşünce, duygu ve davranışlarda temel bozukluklarla kendini gösteren bir bozukluktur. Bu hastalıkta, bozuk düşüncede fikirler mantıksal değildir, algı ve dikkat bozuktur. Motor faaliyetlerde bozulmalar vardır. Uygunsuz ya da donuk duygulanım görülür. Hastanın diğer insanlardan ve gerçeklerden sıklıkla varsanı ve sanrılara kaçmasına neden olur ( Davison & Neale, 2004).
 
 

Şizofren bireylerin dış görünümündeki bazı özellikler bu kişilerin hasta olarak tanınmalarını kolaylaştırmaktadır. Örneğin, antipsikotiklerin yan etkileri olarak ortaya çıkan, maske yüz, parkinsonizme özgü hareket biçimi gibi özellikler doğrudan şizofreniye bağlı olmasalar bile bu kişilerin hasta olarak tanınmalarına neden olur. Hastalar için “robot gibi”, “zombi gibi” yakıştırmasına neden olan bu tür yan etkiler damgayı kolaylaştırmaktadır (Üçok, 2003). 
 
 

Türkiye’deki ilk çalışmalarda halkın ruhsal hastalığı olanlardan uzak durma ve reddetme eğilimleri belirgin olarak baskın bulunmuştur. Sonraki yıllarda yapılan çalışmalarda da ruhsal hastalıkları tanıma oranında belirgin bir yükselme görülmekle birlikte, olumsuz tutumların sürdürüldüğü ve halkın bu hastalıklarla sosyal yakınlıktan çekindikleri görülmüştür (Taşkın, Şen, Aydemir, Demet, Özmen, İçelli, 2002).
 
 

ABD’de daha önce şizofreni tanısı almış olmasına karşın son beş yılını tamamen iyi durumda ve çalışarak geçirmiş bir bireyin toplumca kabul edilmesi aynı durumdaki bir eski mahkuma göre daha güç olmaktadır. Çünkü şizofreni etiketlemesi ( stigması) bireyleri bazı hak ve menfaatlerden yoksun bırakmaktadır ( Sungur, 2000).  Bu şekilde şizofren hastalara olan önyargı, yazının başında tanımlanan ayrımcılığa kadar neden olabilmektedir. Bu kişiler, şizofreni hastalarına olan önyargıdan dolayı işe alınmama sağlık hizmetlerinden yararlanamama, yasalar karşısında zor durumda kalma ve sosyal ilişkiler açısından engellenmelerle karşı karşıya kalmaktadırlar (Gümüş, 2006).
 
 

Şizofreni hastaları üzerindeki bu olumsuz önyargılar sadece hastayı değil onunla ilişkili her şeyi etkilemektedir. Kullanılan ilaçlardan hastaların yakın akrabalarına, tedavisini üstlenen hekimlerden, hastaneye hatta hastanenin bulunduğu şehir ya da semte kadar her şey “şizofren”, “deli” gibi ifadelerden nasibini almaktadır. Hastanın geçmişte kullandığı ilaçlar arasında antipsikotik ilaçlardan birinin adı geçtiği zaman psikiyatristler dahil çoğu hekimin zihninde bu hastanın şizofren olduğu yargısı belirir (Üçok, 2003).
 
 

Şizofreni hastalarının yakınları önyargılara ilişkin olarak birçok yaşantıya sahiptir. Kendilerine toplum içinde farklı davranıldığı için kaygı duymakta ve yakınlarının hastalığını gizlemeye çalışmaktadırlar.  Sağduyu ve arkadaşlarının çalışmasında (2003), hasta yakınlarının kendilerinde de şizofreniye yönelik ön yargı ve damgalama olduğu belirlenmiştir (Akt. Bahar, 2007).  
 
 

Sağlık çalışanlarının şizofreni hastalarına yönelik tutumlarını değerlendiren çalışmalar incelendiğinde; sağlık profesyonellerinin tutumlarının da genel halkın sahip olduğu tutumlar gibi olduğu görülmektedir (Bahar, 2007).
 
 

Toplumda yaşayan bireylerin ruhsal sorunu olan insanlara karşı oluşturduğu negatif tutumlar, hastanın toplumsal yaşamda yerini almasında ciddi bir engel oluşturmakta ve ruhsal sorunlu bireylerin topluma uyumunu sınırlandırmaktadır.

ÖNYARGININ KÖKLERİ

Öğrenme Kuramları
 
 

Önyargının tutumlarla ilişkili olduğundan yazının başında kısaca değinilmişti. Toplumsal öğrenme kuramı, önyargının tutum ve değerler gibi öğrenildiğini savunur. Çocuklar kalıpyargı ve önyargılarla birlikte doğmazlar. Onları ailelerinden, akranlarından, kitle iletişim araçlarından ve kendilerini saran toplumdan öğrenmek zorundadırlar. Toplumsallaşma, çocukların toplumlarının normlarını öğrendikleri sürece verilen addır. Önyargılar evin içinde ya da dışında öğrenilebilir. Bu öğrenme, standart toplumsal öğrenme mekanizmalarından herhangi biri yoluyla olabilir. Örneğin, çocuklar arkadaşlarının veya yetişkinlerin önyargılarını taklit edebilirler, kötüleyici etnik mizah kullandıkları için pekiştirilebilirler (Taylor, Peplau, Sears, 2007).
 
 

Kitle iletişim araçları olası diğer bir toplumsal öğrenme kaynağını oluşturur. Kitle iletişim araçları grup kalıpyargılarını pekiştirmede önemli bir rol oynar. Çünkü belirli herhangi bir grubun kitle iletişim araçlarındaki temsil oranı toplumun o gruba ilişkin şimdiki kalıpyargılarını yansıtmaktadır. Televizyonda görünme ayrıca kalıpyargıları pekiştirme eğilimindedir (Taylor, Peplau, Sears, 2007).  Örneğin, ana haber bültenlerinde bir şizofren hastanın işlediği suçlar abartılı bir şekilde verildiğinde şizofreniye karşı var olan önyargıları daha da pekiştirebilmektedir. Bazen kitle iletişim araçları yalın kalıpyargısal imgelerin üstüne çıkmaktadır (Taylor, Peplau, Sears, 2007). Örneğin, kitle iletişim araçları sayesinde şizofreni hakkında gerçek bilgilere ulaşılabilmektedir.

Güdüsel Kuramlar
 
 

Güdüsel kuramlar önyargının bireyin gereksinimlerinin doyurulmasına nasıl yardım ettiği üzerinde odaklaşırlar. Güdüsellikleri başlıca iki nedene dayanır. İlk olarak insanların güdüleri üzerine odaklaşırlar. İkinci olarak da insanların önyargılı tutumlar benimsemelerine yol açan özendiriciler üzerine dururlar. Psikodinamik kuram, önyargıyı yön değiştirmiş saldırganlık olarak görür.  Diğer bir psikodinamik kuram, önyargıyı bir kişilik bozukluğu olarak ele alır.  Güdülerle ilgili ikinci bir görüşe göre, önyargılar gruplar arası rekabetten doğmaktadır (Taylor, Peplau, Sears, 2007).

Bilişsel Temeller
 
 

İnsanların algılanmasında çevremizdeki karmaşık dünyayı yalınlaştırma gereksinimimiz doğal sistematik hataların yapılmasına neden olmaktadır. Zararsız görünen bilişsel yanlılıklar önyargılı toplumsallaşmanın, kişilik bozukluklarının ya da gruplar arasında kaynaklar için rekabetin olmadığı durumlarda bile kalıpyargı ve önyargıların biçimlenmesine neden olur. Burada ilk adım gruplara ayırmadır. Algılayıcılar doğal olarak insanları gruplandırırlar. İnsanların siyah mı, beyaz mı, genç mi, yaşlı mı olduğunu anlar ve anında bir gruba sokarız. Bu, büyük ölçüde otomatik, bilinçsiz ve isteğe bağlı olmayan bir süreçtir. İkinci adımda kategorileme gelir.  Kişi bir kez bir gruba sokulduktan sonra kalıpyargıların kategori- temelli olarak hazırlanması çabuk, bilinçsiz ve isteğe bağlı olmaksızın gerçekleşir.  Örneğin, hemen hepimiz belirli yaş grupları, ırksal gruplar ve yaygın olarak karşılaşılan öteki gruplar hakkında standart bir kalıpyargılar takımını öğreniriz (Taylor, Peplau, Sears, 2007).
 
 

Yukarıda değinilen kuramlardan biri veya bir kaçı şizofreni hastalarına olan önyargının oluşumunda etkili olabilir gözükmektedir. Sungur (2000), şizofreni ile ilgili önyargının oluşmasında etkili olan bazı yanlış bilinenlerden (mitlerden) bahseder ve onları şu şekilde sıralar:



 
 

  • Şizofreni kötü prognozlu bir hastalıktır ve bir kez şizofren olmak hep şizofren kalmak anlamına gelir.
  • Şizofren hastalar arasındaki bireysel farklılıklar tedaviyi etkileyecek boyutta değildir.
  • Şizofreni tedavisinde psikoterapinin yeri yoktur.
  • Rehabilitasyon tedavinin bir parçası değildir ve ancak hastanın hastalığı stabilize olduktan sonra başlayabilir.
  • Şizofren hastalarda tedaviye uyumu sağlamak oldukça güçtür.
  • Atipik antipisikotikler ilk tercih edilen antipsikotikler değildirler ve klasik nöroleptiklere dirençli olgularda kullanılmalıdırlar.
  • Şizofreni semptomlarının bir kısmı mevcut olsa da çok gerekli olmadıkça antipsikotik ilaç kullanmayınız.
  • Antipsikotik ilaçların kullanımı sırasında ortaya çıkan yan etkiler, ilacın tedavide etkili olduğunu gösterir.
  • Düzenli ilaç kullanamamak nükslerin en önemli nedenidir.
  • İlaç tedavisine uyum yönünden kullanılan atipik antipsikotiklerle klasik nöroleptikler arasında bir fark yoktur. Bir başka deyişle şizofren hastaların ilaçları kullanmaya yönelik motivasyonları genel olarak düşüktür.
  • İleri yaşta ortaya çıkan şizofreni grubu ile genç yaşta başlayıp ileri yaşta devam eden şizofreni grubu arasında fark yoktur.
  • Yaşlı şizofrenler antipsikotiklere iyi yanıt vermez ve antipsikotikler bu grupta ilk tercih edilen ilaçlar değildirler.
  • Şizofren hastalar yaşam boyunca ilaç kullanmak durumundadırlar.
  • Şizofren hastalar ancak sınırlı beceri geliştiren işlerde çalışabilirler.
  • Aileler hastalığın nedenidir.
  • Üçok (2003), batı kültürünün ülkemizde giderek artmasına ve batıda damgalamayı doğuran ve yaşatan etkenlerin ülkemizde de kendini giderek göstermesine dikkati çekmekte ve şizofreni hastalarına ilişkin önyargıların nedenini şu şekilde özetlemektedir:
     
     

  • Yirminci yüzyılda batı tipi uygarlığın temel ilkelerinin tüm dünyada yayılması: “Bireyselcilik” ve “birey olma” teşvik edilirken, bireyin değeri ne kadar başarılı olduğu ile ölçülür hale gelir. Şizofren,  hastalığı nedeni ile toplumdaki yarışma temposuna ayak uyduramamakta ve  toplumdan dışlanmaktadır. Ayrıca büyük ailelerin kendini çekirdek aile yapısına bırakıyor olması şizofren hastaların gereksindiği sosyal desteğin zayıflamasına yol açmaktadır.
  • Eğitim düzeyinin giderek yükselmesi: iş bulmak için gerekli nitelikler giderek yükselmekte üniversite ve bir yabancı dil yetmemektedir. Şizofrenisi olan kişiler bilişsel işlevlerindeki bozulmalardan dolayı eğitimlerine devam etmekte zorlanmaktadırlar.
  • Görsel ve yazılı basındaki hatalı yorumlar: gazete, dergi ve televizyonlar şizofreni ve diğer ruhsal hastalıkları hakkında kötü  materyallerle doludur.
  • Şizofrenlerin hoşgörü eğrisinde ortada bir yerde yer alması: Toplumun farklı olana tepkisi farklı olanların sayısına göre değişmektedir.
  • ÖNYARGILARI AZALTMA
     
     

    Önyargılar hem kendimize hem de ilişkili birey ve gruplara dolaylı yoldan zarar vermektedir. Peki önyargılar nasıl azalır?
     
     

    Daha önce de işaret edildiği gibi, önyargılar yaşamda oldukça erken öğrenilmekte ve birçok yıl kararlı kalmak eğilimindedir. Bu nedenle bir yaklaşım erken toplumsallaşmayı değiştirmektir. Her yeni kuşakta değişiklikler gözlenmektedir. Daha genç bireyler daha az önyargıyla büyürler. Toplumsallaşmadaki bu değişikliğin bir bölümü bazı önyargıların hedeflerinin kendilerinin değişmeleri ve eski kalıpyargılara eskiden olduğu kadar iyi uymamalarıdır (Taylor, Peplau, Sears, 2007). Örneğin, ruh hastalıklarının içine şeytan kaçtı düşüncesi bu gün geçerliliğini korumamaktadır.
     
     

    Önyargıların azalmasındaki bir başka neden, örgün eğitim düzeyinin artıyor olmasıdır. Eğitim düzeyi arttıkça insanlarda önyargıların gücü azalmak eğilimindedir. Bu özellikle üniversite mezunu olanlar arasında doğrudur. Yüksek eğitim düzeyinin bu etkisinin nedeni kesin olarak bilinmemektedir (Taylor, Peplau, Sears, 2007).
     
     

    Önyargıların azaltılmasına ilişkin diğer bir yöntem, eğer çok az gruplar arası temas yanlış kalıpyargılara neden oluyorsa, gruplar arası temasın artması önyargıları azaltabilmektedir (Taylor, Peplau, Sears, 2007).
     
     

    Çağdaş diğer bir ana yaklaşım, kalıpyargıların bilişsel temelleri üzerinde odaklaşır. Bu yaklaşımda yeniden gruplandırma ve kategorileme yapılmaktadır. Yanlış gruplama ve kategorileme bilişsel temelde değiştirilip yeniden yapılandırılır (Taylor, Peplau, Sears, 2007).
     
     

    Şizofren hastalara karşı olan önyargının azaltılmasına yönelik çeşitli araştırmalar yapılmış ve bu konu ile ilgili önerilerde bulunulmuştur. Toplumdaki şizofreniye yönelik damgalama eğilimi, toplumun şizofreni konusunda yetersiz bilgi sahibi olması ve yanlış inançlarla doğrudan ilişkilidir. Hastalığa ve hastalara yönelik tutumların, yanlış inançların ve önyargıların değişmesi ise toplumun eğitilmesi ile mümkündür. Toplumdaki anahtar kişilerin doğru bilgilendirilmesi hastaların damgalanmasını ve buna bağlı ayrımcılığı hafifletmede en etkili yöntem olarak görünmektedir. Bir çalışmada bilgilendirmenin olumsuz düşünceleri önemli ölçüde azalttığı belirlenmiştir ( Akt.Bahar, 2007).
     
     

    Bir psikiyatri hastasını, onun fiziksel, çevresel ve kültürel ortamı ile ele almak, toplumla iç içe rehabilite etmek önemlidir. Bu bağlamda gündüz klinikleri ve dernekler önemli yer tutmaktadır. Ayrıca medyanın topluma yönelik olarak şizofreni hastalığı ve damgalama ile ilgili eğitim programlarına yer vermesinin de sağlanması gerekmektedir (Bahar, 2007).
     
     

    İlgili Sağlık Konuları

    İlgili Haberler