Davranış Bozuklukları

Davranış bozukluğunun temel özellikleri başkalarının temel haklarına saldırıldığı ya da içinde olunan içinde olunan yaşa uygun olarak başlıca toplumsal değerlerin ya da kuralların hiçe sayıldığı, tekrarlayıcı bir biçimde ve sürekli olarak görülen bir bozukluktur.

Belirtileri

  • Çoğu zaman başkalarına gözdağı vermek, korkutmak ve üstünlük taslamak, kabadayılık.
  • Çoğu kez kavga ve dövüş başlatmak.
  • Sopa, taş, kırık şişe, şiş, bıçak, tabanca gibi başkalarına ciddi bir biçimde fiziksel olarak zarar vermek, yaralamak.
  • İnsanlara fiziksel olarak acımasız davranmak.
  • Hayvanlara fiziksel olarak acımasız davranmak.
  • Diğer insanlara saldırarak soyma, hırsızlık, silahlı soygun yapma.
  • Cinsel olarak diğer insanları taciz etme, zorlama.
  • Yangın çıkarma.
  • Başkalarının eşyalarına zarar verme, kırma, dökme.
  • Başka insanların evine arabasına zorla girme.
  • Bir çıkar sağlamak ve sorumluluktan kaçmak için çoğu zaman yalan söyleme.
  • Başka insanların değerli eşyalarını çalma.
  • Mağazalardan kimse görmeden mal çalma, sahtekarlık.
  • Onüç yaş öncesinden başlayarak ailenin yasaklarına karşı çoğu zaman geceyi dışarda geçirme.
  • Onüç yaşından önce başlayarak çoğu zaman okuldan kaçma, kuralları ciddi biçimde bozma.
  • Onsekiz yaşından sonra antisosyal davranışlar gösterme.

Yukarıdaki tanı ölçütünün, son 6 ay veya 1 yıldır, en az üç tanesi olması halinde davranış bozukluğu teşhisi konulur.

Eşlik eden Özellikler ve Bozukluklar

Davranış bozukluğu olan kişiler, diğer insanların duygularını, arzu, istek ve beklentilerini umursamazlar ve empati yapamazlar. Saldırgan bireyler, belirsiz ortamlarda diğerlerinin niyetlerini düşmanca ve tehdit edici olarak algılarlar. Saldırgan tepkiler verip, bu tepkilerinde de haklı ve mantıklı olduklarına inanırlar. Bu bireyler katı, arsız olup, duruma uygun suçluluk ve pişmanlık duyguları da göstermezler. Çoğu kez arkadaşlarını ele verip, kendi suçları nedeniyle başkalarını suçlarlar. Güçlü görünmeye çalışırlar ama kendilerine güvenleri genelde düşüktür. Öfke atakları, irrite - gergin hal, engellenmeye karşı tolerans düşüklüğü ve sık sık kaza yaptıkları görülebilir. Okul başarıları yaşa ve zekaya göre beklenen düzeyin altındadır (okuma ve sözel becerilerde sıklıkla). İntihar düşünceleri ve intihar girişimleri, rastgele cinsel ilişkilerle hastalık taşıma ve okuldan atılmalar görülür.

Anne ve babanın reddi ve ihmali, huysuz bebeklik dönemi bakımında ve eğitiminde tutarsızlıklar ve baskı, fiziksel ve cinsel sömürü - dayak - denetim eksikliği, çocuğun sınırlarının çizilmemesi, bakım veren kişilerin sık sık değişmesi, ailedeki büyüklerin sayısının fazla olması, suçlu çocuk gruplarıyla arkadaşlık etme de, aileden kaynaklanan bozukluklardır.

Davranış bozukluğu son 10 - 20 yılda artmıştır ve kentlerde daha sık görülmektedir. Erkek çocuklarda görülme sıklığı biraz daha fazladır. (18 yaşın altındaki erkeklerde % 6 - 16, kızlarda ise % 2 - 9 arasında değişir)

Gidiş

Davranış bozukluğu 5 - 6 yaşlarında başlayabilir. Daha çok geç çocukluk ya da erken ergenlik döneminde başlar. 16 yaşındansonra nadir olarak başladığı görülmüştür. Gidişi değişkendir. Erken başlamışsa Antisosyal kişilik bozukluğu riskini artırır. Duygu durum bozukluğu, anksiyete bozukluğu riskleri de vardır.

Genetik ve çevre şartları ile oluşan bir bozukluktur. Alkol bağımlılığı, duygu durum bozukluğu, şizofreni, hiperaktivite bozukluğu, davranış bozukluğu gösteren ailelerin çocuklarında bu bozukluk sık görülür.

Karşıt olma - karşı gelme bozukluğu ve dikkat eksikliği - hiperaktivite bozuklukları ile birlikte bulunabilir. Manik epizod geçiren çocuklarla ve uyum bozukluğu olan çocuklardan ayrılmalıdır. 18 yaşın altındaki bireylere antisosyal kişilik bozukluğu tanısı konmaz.

(DSM IV'den yararlanılmıştır)(Bakınız karşıt olma - karşı gelme bozukluğu)

Normal Dışı Davranışlar

Davranış bozukluğu nedir sorusunun yanıtı tarih boyunca insanların ilgi alanı olmuştur. Çin- Mısır -İbrani ve Yunan dillerinde yazılmış yapıtlarda davranış bozukluğu gösteren kişilerde ilgili öykülere rastlanır Yunan mitolojisinde Herkül'ün sara nöbetleri geçirerek insanlara saldırdığı "Deli İbrahim"'in büyüklük duygularına kapılarak tahtından indirilmesi, Mozart'ın bestelerini yaparken zehirleneceğine dair inancı, Van Gogh'un kulağını kesip bir fahişeye yollaması tarihte "davranış bozukluğu "olarak tanımlanmıştır.

Davranış bozukluğu günümüzde gelişmiş ülkelerde en önemli sağlık sorunu olarak kabul edilmektedir ama hangi davranış normal, hangi davranış anormal konusunda yapılan çalışmalarda net bir bilgiye ulaşılamamıştır. Psikologlar ve Psikyatrlar birbirleriyle teşhis koymada çelişkiye düşmüşlerdir (Zubin 1967)

Bugün bir çok insan normal ve normal dışı davranışlarını kesin bir çizgiyle ayrılarak bir yandan normal davranış gösteren kişiler, bir yanda da davranış bozukluğu gösteren kişiler olduğunu sanmaktadırlar.

Bilimsel açıdan böyle bir ölçüt yoktur. Bedenin fiziksel yapısı ve işlevleri bilindiği ve görüldüğü için, yani somut olduğu için, fiziksel hastalıklardan "Normal olmayan"ın tanımlanması kolaydır. Oysa Psikolojik düzeyde kabul edilebilecek bir normal modeli yoktur. Bu konuda bilimsel araştırmacılar karşıt iki karşı görüş oluşturmuşlardır.

  • Toplumsal normlara, ilkelere uyma normali;
  • Toplumsal kurallardan sapma oranı ise davranış bozukluğunu yani normal dışını belirlediğini söylediler.

Birinci görüşü benimseyenler toplum kabul ettiği sürece belirli bir davranışın normal dışı sayılmayacağını söylerler.
İkinci görüşte olanlar belirli oranda toplum kurallarına uymak, toplu halde yaşamak için gereklidir. Bu olmazsa birey hem kendisine, hem de topluma zarar verebilir ama normallik için ölçütü toplumun onayı değil, kişinin kendini iyi hissedebilmesi olduğunu savunurlar. Bireyin kendi potansiyellerini kullanması ve isteklerini de gerçekleştirmesi de önemlidir, "Toplum bireyin yaratıcılığını bastırmamalıdır" derler. Bu düşünceyi savunan bilimsel araştırmacılar, bir davranış toplumun isteğine uygun ama kendi gelişimini engelleyen ve durduran bir davranışsa normal dışı yada davranış bozukluğu olarak tanımlarlar.

J.G.Jung bireyin toplumsallıkla bireysellik arasında ortada bir yerlerde durması gerektiğini şöyle açıklamıştır. Dünya, dünyanın bir çekim alanı bu çekim alanında belli bir itim mesafede duran bir gezegen vardır. Eğer dünyanın bir çekim gücü olmazsa gezegen uzayın boşluklarında kaybolur. Ama gezegenin belli bir itim gücü olmazsa dünyaya yapışır. Bu benzetme ile dünya toplumu gezegende bireyi temsil eder. Eğer birey aşırı toplumsallaşırsa gezegen gibi kendi olamaz ama dünyanın yani toplumun çekim gücünde kalmazsa da uzayın yani toplumun dışına itilerek kaybolur gider. Birey toplumla kendisi arasında kendine bir yer bulmalıdır.

Özetle tüm bilgilerimizi toplarsak kendine, çevresine ve topluma zarar veren davranışlara sahip kişilere davranış bozukluğu gösteren kimseler diyebiliriz. Ya da bu tanımlamayı Psikolog ve Psikiatrlara bırakarak bize uymayan ama bize zarar vermeden yaşayan insanları yargılamamayı öğrenmeliyiz.

Antisosyal Davranış Bozukluğu

  • Başkalarının mallarına ve bedensel bütünlüklerine yönelik saldırgan ve duyarsız davranışlar.
  • Başkalarının alanlarına, sınırlarına yönelik mesafesizlik, saygısızlık.
  • Dürtüsellik, dürtülerine göre harekete geçme. Bu insanların uzun vadeli planları olmaz, kısa planlar yaparlar. O anda akıllarından geçtiği gibi davranırlar.
  • Duygu ve öfke patlamaları. Aniden dürtüsel olarak veya önemsizde olsa, bir nedene bağlı olarak bağırıp çağırıp kavgaya girişebilirler.
  • Duyarsızlık. Bu insanlar başka insanların yaşamlarında yol açtıklarıhasarlara karşı duyarsızdırlar. Pişmanlık duymazlar.
  • Yalan söyleme ve hırsızlık. Yalan söyleme ve hırsızlık aslında aynı şeylerdir; yani gerçeği çalmaktır. Kendi dünyalarından dışlamak için gereksiz ortamlarda dahi yalan söylerler. Hırsızlıkları çok yoğun değildir. Genelde sabıka almazlar.
  • Kendine duyarsızlık. Sorumsuz araba kullanmak gibi davranış bozukluğu gösterirler. Kendi başlarına gelebilecek olumsuzlukları da umursamazlar.
  • Bu insanlarda samimiyetin doğal olmayan bir kısmı " mesafesizlik " vardır. Çocukluk öykülerinde iletişim kopukluğu, kurallara uymama, evden kaçma gibi hikayeler vardır. Henüz ergenlik çağına gelmemiş gençlerse hemen " kişilik bozukluğu " tanısı konmalıdır.
  • Kurallara ve otoriteye baş kaldırma ve uymama vardır. Genel kuralları çiğnerler ve öfke patlamaları ile karşı çıkarlar. En yoğun duyguları öfkedir. Bu öfkeyi maskelemezler ve toplumsal sorunlar yaratacak şekilde dışa vururlar.

Bu kişilerde sevgi arayışı ve kabul edilme önemlidir. Kendilerini algılayamaz, anlayamaz ve kendileriyle ilişki kuramazlar.

Diğer Belirtiler

  • Öfke patlamaları, kurallara itaatsizlik, hırsızlık, yalancılık.
  • Vicdansızlık.
  • Kendisine güçlü görünme isteği. Dışarıdaki insanlara öfke ile güçlü göründüklerini varsayarak, içlerinde güçlü olduklarını sanırlar.
  • Ortamı bilgi ile değil, agresyon gerilimi ile kontrol etmek isterler.
  • Kendilerini anlamaktan uzak ve her problemde çözümü dışarda arayan kişilerdir. Öfkeyi dış dünyaya akıttıkça kendini savunmuş olur; ama daha çok öfkelenerek bir kısır döngünün içinde kalır. Köşeye sıkışmış hisseder, riske girer, çaresizliği ve çözümsüzlüğü hep öfke nedeniyledir.
  • Bu insanların öfkesini bastırıp yenebilen tek duygu kaygıdır. Kaygı yaşarlarsa öfkeleri sönebilir.

Anti Sosyal Yapının Oluşumu

Çocukluk yaşantılarında sevgi beklentileri verilemediğinden, ya da onların ihtiyaçları olduğu kadar verilemediği için, öfke duyguları gelişmiştir. Esasında hissedebildikleri tek duygu da budur.

Çocukluk yıllarında ebeveynlerinin tüm beklentilerini yerine getirdikleri halde, sevgi alamama haksızlığına uğrama onların kurallara uymamalarına neden olur. " Ben kurallara uydum. Sizlerin tüm beklentilerini yerine getirdim ama gene beni sevmediniz. Kurallara uymuyorum, onlara çok öfkeliyim " diye düşünür. Sevgiler verilmediği halde ortalıkta dolanan, sevgi arayan, sevgi dilenen, zavallı, sefil çocuk halini görmek istemez. Antisosyallerde bir SAYGI sorunu vardır. Kendi tarzında hala bugün de sevgi aramaktadır. Ancak parası olunca ailesini görmeye gider. Kendine saygı duyamama ve hala sevgi arayan kendime saygı duyamama, kendisine ve diğerlerine hala sevgi aradığı için duyduğu öfke vardır.

Antisosyaller başkalarını önemsedikleri zaman sevgiye ihtiyaç duyabilecekleri ve bunu alamayacakları korkusu ile sevgiye yatırım yapmazlar.

Alkolizm, madde bağımlılığı gibi, aşırı hız gibi kendilerine zarar veren eylemlerde bulunurlar. İç dünyaları fırtınalı ve çok hareketlidir. Duyarsızlıkları bir maske, sevgi açlıklarına karşı giydikleri bir savunma elbisesidir ve denge bulmalarına yardım eder.

Antisosyallerin nörolojik bozuklukları da olabilir. Çocukluktan kalma skelleri olabilir.

Dürtüsellik, kısa vade davranışları, rahatsızlığın ana yapısını oluşturmaktadır.

Tedavi ilaç ve psikoterapi iledir.

Histerionik davranış bozukluğu

Histerionik Davranış Bozukluğu aşağıdaki davranışlarla ortaya çıkar:

İlgi İhtiyacı

Bu kişiler ilgiye öylesine ihyiyaç duyarlar ki, kendilerini hep ilgi odağı yapacak davranışlar sergileyerek merkezde olma, odak olma çabaları vardır.

Abartı

Duygularını, üzüntülerini, sevinçlerini, öfkelerini ( öfkeyi saldırgan olmadan ) abartarak ortaya koyarlar.

Abartılı Anlatım

Küçük bir olayı çok daha derin bir içerik taşırmış gibi anlatırlar.

Abartılı Yaklaşım

Kişilerle mesafesizdirler. Yeni tanıştıkları kimselerle doğal olan mesafeyi hızla kapatmak isterler.

Cinselliği Kullanma

Cinsel çekim yaratmak ve cinselliği vurgulayarak, karşı cinste etki yaratmak isterler. Giyim ve davranışlarını bu yönde kullanırlar.

Bu kişiler genelde yüzeysel ve derine doğru ilerleyememiş bireylerdir. Bu insanlara yaklaşılırsa şişirilmiş bir balon gibi yüzeysel bir genişleme görülür. İçleri boştur ve bir balon gibi sönerler. Çünkü abartılı duygusallığın karşısında yüzeysellik duygusunun ifadesinde hemen görülür. " Üzüldüğün zaman ne oluyor ? Nasıl yaşıyorsun ? Korku sana ne yaşatıyor ?" denildiğinde birşey belirleyemez. Duygu derinliği yoktur. Karşısındaki kişinin ilgisini çekip, ilgiyi aldıktan sonra derinliğe dalamazlar. Bir şekilde narsist bireyleri hatırlatırlar.

Histerionik kişiler, Antisosyal kişiler gibi dürtüsellikle hareket ederler ve ötekini düşünmezler. Öfke vardır. Dikkati çekemezlerse ilgisizlik karşısında hemen öfkeye kapılırlar. "Kaygı"lıdırlar. Bu, ilgiyi çekememe kaygısıdır. Gerçek anlamda kişilerarası ilişkiyi bilemediklerinden, " Abartılı davranmazsam, kimse benle ilgilenmez " düşüncesi vardır. Dışardan ilgiye muhtaçtırlar, ama dış dünyadaki kişilerle yakınlık kuramadıklarından ilişkileri sığ kalır. Evlenebilirler ve evlilik ilişkileri de belirli bir sığlıkta kalır. Partner buna razı ise evlilikleri sürebilir.

Histerionikler zeki insanlardır. Sosyal gruplarda dikkati çekmek için herkesi eğlendirip palyaçoluk yapabilirler. Yaşamda başarı söz konusu olduğunda ise orta ölçekte kalırlar.

İlgisizlik, başarısızlık ve ilişkilerde sorun yaşadıklarında hemen terkedilme kaygısı taşıdıklarından depresyona girerler. " Ben daha başka güzel ilişkilere layığım " diyerek abartılı aşk, abartılı istekler adına ilişkilerini kaybedebilirler. Ya da ilişkilerinde dengesizlik yaşayarak yaşantıları sürer.

Depresyona girmezlerse tedavi ihtiyacı duymazlar. Tedaviye gelmişlerse, bilinçlendirme ve bilgilendirme terapileri önem kazanır. Hızlı yüzleştirmelerden hoşlanmazlar, terapiyi bırakabilirler. Sadece sorunları olduğu zaman terapiye gelmek isterler. Bir süreklilik ve iş disiplini göstermekte güçlük çekerler.

Paranoid Davranış Bozukluğu

DSM IV'e göre, paranoid kişi ergenlik yıllarından başlayarak insanların kendisine kasıtlı olarak kötülük yapıp zarar vereceğine inanır. Kişiler içinde bulundukları duruma göre zaman zaman böyle süreçler yaşayabilirler; bu normaldir. Ancak paranoid kişiler, sosyal ortam, kültür ve kişiler değişsede, kültürden bağımsız olarak daima herkesin kötü olduğunu, tehlikeli olduğunu, zarar vereceklerini söyleyerek herkesi itham ederler.

Genelde aile ve iş arkadaşları onlardan bıkar ve terapiye getirilirler; ama onlar kendilerinde bir bozukluk olduğuna inanmazlar ve hep çevreden yakınırlar. Terapiste de güvenmezler ve haksızlığa uğradıklarını söyler dururlar.

Hiçbir yeterli kanıtları yoktur ama daima sömürülüp, zarar görecekleri inançları nedeniyle herkese ve herşeye şüpheyle yaklaşırlar. Sıradan olaylar ve konuşmalardan, kendilerini küçük düşürücü anlamlar çıkarırlar. Gerçek bir olay olursa hemen saldırır ve affetmezler. Şüphecilikleri nedeniyle kendileriyle ilgili hiçbir şey konuşmazlar ve paylaşmazlar. Partnerlerinin sadık olup olmadığından sürekli şüphe içindedirler. Sürekli arkadaşlıkları yoktur. Dünyanın güvenilmez ve ne yapacakları belli olmayan, kötülük düşünen insanlarla dolu olduğuna inanırlar ve sürekli anksiyete yaşarlar. (Ogden, 1986) (Bakınız Paranoid Kişilik Bozukluğu)

Narsisistik Davranış Bozukluğu

Narsisler herşeyi kendisinin en iyi yaptığına inanan, içlerinde çok önemli işleri başaracaklarına dair düşünceleri olan, eleştirilere kapalı, tepkisel kişilerdir.

Eleştirildiklerinde, kıskanç, kendilerini çekemeyen kişilerle karşı karşıya olduklarını düşünürler. Kendilerinden yukarıda tanımladıkları insanları da, onların elde ettiklerinden dolayı kıskanırlar.

Bir empati (kendini karşındakinin yerine koyabilme) duygusal iletişim kurabilme eksikliği, hissedememe, sevinci paylaşamama vardır.

Kendi amaçlarına ulaşabilmek için, başkalarını hiç vicdan azabı duymadan kullanabilirler. Narsisler, antisosyaller gibi saldırganca değil, sakin bir şekilde başkalarının imkanlarından yararlanırlar.

Devamlı övülme ve saygıya muhtaçtırlar. Karşılarındakinden hayranlık ve saygı alma ihtiyaçları çok yükselmiştir.
Özel bir yaklaşımı hakettiği düşünceleri vardır (Örneğin bir ödeme için sıraya girmemek, rezervasyon gereken otel ve lokantalarda onlara yer açılması gibi).

Öfke patlamaları ve tepkisel davranışlar gösterebilirler (Dürtüsellikle aniden aklına eseni yapma gibi)
Narsisler gergin insanlardır. Havada gerilim vardır, kendimizi denetlememiz gerekir gibi hissederiz.

Terkedilmeye toleransları yoktur. Öfke ile cevap verirler ve bir süre partnerlerini bırakmak istemezler. Ama sonra sükunet gelir. Bazen kendilerini terkedeni aşağılayarak "Git !" de diyebilirler.

Özsaygı eksiklikleri vardır. Kendilerine iç dünyalarında duyamadıkları saygıyı ve beğeniyi başkalarından almak isterler.
Narsisler çocukluklarında hakettikleri halde sevgi alamamışlar ve hep almaya çalışmış çocuklardır. Hiç ümitlerini kaybetmeden, vazgeçmeden çaba sarfedip sevgi almaya çalışmayı sürdürmüşlerdir.

Yetişkin yaşamlarında " Sevgi almak için ne çok çabalamıştım " diye kendilerine kızarlar ve öfke duyarlar. Kendilerine saygı ve sevgi almak için insafsız davranırlar. Genelde başarılı insanlardır ve yüksek mevkilere yerleşirler. Entellektüel kişilerdir.

Narsisler depresyona girerlerse, psikoterapiye başvurabilirler. Depresyon kendilerini suçlama nedeniyle oluşmuştur ama ben beceremeyen biri olarak geldim demezler. Paranoid, kuşkucu tarafları vardır. Bundan dolayı terapistlerine başlangıçta güvenmeyebilirler. Kaygı ölçekleri de yüksek olduğundan, narsislerle psikoterapi alanında çalışmak, özel bir dikkat ve itina gerektirir. (Bakınız Narsisistik kişilik bozukluğu)

Yukarıdaki bölümler, Uz.Dr.Serdar Çorum'un, "Jung Analitik Psikoterapi" eğitim çalışması ders notlarından yararlanılarak hazırlanmıştır.

İntihar

(İntihar olaylarında ön teşhis kriterlerinin araştırılması)

Hemen hemen tüm toplumlar yakın zamana dek intihar olayına değişik bir açıdan bakmışlar, onu incelemek ve anlamak istememişlerdir. Pek çok milletin kanunlarında ve dinlerinde intihar edenlere karşı cezalar düzenlendiği hemen hepsinin de bu olayı yasakladığı bilinmektedir.

20. yüzyılda Freud'la başlayan psikanalitik görüş ilk defa intihara bilimsel yönden yaklaşmaya gayret etmiş, " Self Hostilitiy - Self Destruction " görüşleri tutmamıştır.

Son yıllarda psikiyatride büyük gelişme gösteren bir kol olan, Sosyal Psikiyatri konuyu daha anlamlı ele almış ve sosyokültürel faktörlerin büyük önemini ortaya koymayı başarmıştır.

Freud'un "death-instinct" ve "meninger" in öldürme arzuları ile sarılmış olma gibi pek yeterli olmayan açıklamalarından sonra, Schnidman ve Fareberown, psikososyal bir görüşle intiharın nedenini incelenmesi ve saptayabildikleri sebepleri görüyoruz.

İntiharı daha iyi bir şarta geçiş ve onur kazandırıcı bir açıdan görenler, Japonların Harakiri'si, bazı din ve mezheplerde görülen üstün derecelere ulaşma isteği, bitik, yaşlı, hastalıklı veya şiddetli ağrısı olanların bir kurtuluş olarak intiharı seçmesi.

Psikozda şiddetli sıkıntı halüsinasyon (Hayal görme) ve illüzyona (Olmayan sesi işitme, yanılsama) bağlı olabilir.
Ölümleri sonucu yasa ve üzüntüye düşürecekleri kimselerin sevgisini kazanıp bu insanları sürekli bir üzüntü ve pişmanlık içinde bırakmak düşüncesi ile.

Yalnızlık, arkadaşsız kalma, birlikte yaşama mecburiyeti, mal ve para kaybı, sevilenlerden ayrılık ve uzaklık veya onları kaybetme, Homoseksüellik, umutsuzluk, idama mahkum olma, kumarda herşeyini kaybetme, iflas, yabancı bir çevreye uyum sağlayamama.

Son yıllarda alkol ve uyuşturucu maddeler ve sinir sistemi uyarıcılarının çok yüksek sayıda kullanılması ile intihar olayları büyük ölçüde artmıştır.

Amerika ve Avrupa'da yakın zaman içerisinde ölümcül hastalığı olan, yoğun biçimde acı çeken insanlara kendini öldürme hakkı (Ötanazi) verilip verilmemesiyle ilgili tartışmalar başlamıştır.

Tanımı

Ölümle sonuçlanan, kendini yok etme eylemi " intihar" olarak tanımlanır. Eylem ölümle sonuçlanmamışsa " intihar girişimi" adını alır.

İntiharla ruhsal hastalıklar arasında önemli oranda bir ilişki vardır. İntihar eden kişilerin %85'inde ruhsal bir hastalık saptanmıştır. Depresyonda olanlardan % 40, psikolojik hasta olanlarda % 2, alkol kullananlarda % 20 oranında olduğu saptanmıştır.

İntihar ve depresyon arasında yüksek bir ilişki vardır. Depresyondaki temel çatışmalardan ve üzüntü, bitkinlik, isteksizlik, boşluk gibi duyguların bozuklukları, intihar öncesi kişilerde görülmeye başlar. Korku, kaygı, öfke, kızgınlık gibi duygulara suçluluk duygusu veya cezalandırma isteği de yerleşebilir. Depresyonda kişinin çevresinden ayrılarak yabancılaşmamasına karşı, intihar olaylarında hastada çevreye ve kendine ilgisizlik, geriye çekilme, kendini yetersiz ve değersiz hissetme duyguları şiddetlenir. Yardım istemez çünkü yardım almayı haketmediğini düşünür.
Kişi kendini intihara götüren tüm bu duygulara ve düşüncelere karşı olumlu, çözüm getirici, acısını dindirebilecek ve yaşamını değiştirebilecek çözümler tasarlayamaz. Kendinde olumsuz yaşam koşullarını ya da ilişkilerini değiştirecek gücü bulamaz. Çaresiz hisseder. Ölümü çözüm getirecek, huzur ve dinginlik sağlayacak bir çıkış yolu olarak algılar.

Dr.Tülay ARSU

Davranış Bozuklukları ile ilgili sağlık konuları

Harflere Göre Konular

[Hata Bildir]