Genel anlamıyla kanser, çağımızın en korkulan ve tedavisi en zor hastalık grubudur. Bu durum, kanser hakkında eğitimi olsun veya olmasın hemen herkesin gelişigüzel bilgi edinmesine ve konunun ciddi anlamda kötüye kullanılmasına zemin hazırlamaktadır.
Amerikan Hastanesi
Hematoloji Bölümü
Doç. Dr. Mustafa Çetiner
Yapılan çalışmalar, ABD’de yaşayan insanların %85’inden fazlasının kanser hakkında hatırı sayılır biçimde fikir sahibi olduğunu göstermektedir. Sadece gelişmiş ülkelerde değil, bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde de benzer bir durum söz konusudur. Kanser hakkında yazmak, konuşmak öylesine önemli bir etki yaratmaktadır ki, ilgili-ilgisiz herkes bu konuda fikir yürütmek konusunda pek istekli davranmaktadır.
Bu kargaşa bazen iyice akıl dışı bir çizgiye varabilmektedir. Öyle ki, klasik tıp uygulamalarını hedef alan, kapağında ve girişinde “klasik kanser tedavisi büyük bir sahtekarlıktır, bu kanserle savaş masalı bir öbek dışkıdır” yazan kitaplar bile raflarda yer alabilmekte ve kendine okuyucu bulabilmektedir.
Amerikan Kanser Derneği (American Cancer Society)’nin bilimsel yayın organı olan “Cancer” dergisinde geçtiğimiz haziran ayında yayımlanan bir makale, kanser konusundaki yanlış inanışları, bu inanışların etnik, ırksal, sosyal ve kültürel niteliklerini konu almaktaydı (Gansler T ve ark., Sociodemographic determinants of cancer treatment health literacy, Cancer, 2005).
Söz konusu çalışmada daha önce kanser tanısı almamış 957 kişiye telefon yolu ile ulaşılmış ve bir anket uygulanmıştır. Ankette kanser hakkında yaygın olan 5 önemli “inanış” hakkında katılımcıların fikirleri sorulmuştur.
Çalışma sonuçları, “kanser cerrahisi uygulamasının kanserin tüm vücuda yayılmasına neden olduğu” önermesine deneklerin %41’inin inandığını ortaya koymaktadır. “İlaç firmalarının aslında kanserin tedavisini bildiği ancak daha fazla para kazanmak için halktan sakladığı” önermesi deneklerin %27’si tarafından onaylanmış ve %14.3 ise bu konudan emin olmadığını belirtmiştir.
Çalışmada deneklerin önemli bir bölümünün aşağıdaki önermelerin doğruluğuna inanmaları da şaşırtıcıdır. “Kanserli hastalarda ağrı kontrolü için uygulanan tedaviler etkisizdir”, “kanseri yenmek için gereksindiğimiz tek şey olumlu, pozitif tavırdır, tedavi değildir”, “kanser, etkin olarak tedavi edilemez bir hastalıktır”.
İlginç biçimde çalışmaya alınan deneklerin %75’i yukarıda anılan bu beş inanıştan en az birinin doğru olduğuna inanmaktadır. Çalışma sonuçları, yaşlı, ABD’nin güney bölgesinde yaşayan, eğitim düzeyleri düşük , hispanik ve siyah ırktan olan kişilerin bu önermelere daha fazla inanma eğiliminde olduğunu da göstermektedir.
Çalışmada kullanılan denekler, yaşamları süresince kanser ile karşılaşmamış kişilerdir. Çalışmanın ilk yazarı olan Doktor Ted Gansler, makalesini yorumlarken önemli bir gözlemini de aktarmaktadır.
Gansler’e göre yaşamının bir döneminde kanser ile karşılaşan hastalar hızla kanser hakkında söylenen yanlış inanışları terk etmekte ve modern tıbbın olanakları ve doğrularını kullanmaya başlamaktadır. Kanımca, çalışmada asıl dikkat çeken bulgu ilaç sektörüne duyulan güvensizliktir. Aslında bu güvensizlik toplumun her kesimince paylaşılan yaygın bir inanıştır.
Dolayısıyla çalışmada belirtilen önermeye inanan kişilerin olması şaşırtıcı değildir. İlaç firmalarının kanser tedavisinde kullanılacak ilaçları bilinçli olarak piyasaya sürmedikleri ve mevcut ilaçlarının satılmasını sağlamaya çalıştıkları gibi bir inanış pek akla yatkın olmasa da, genel anlamda hekimler arasında bile ilaç firmaları ile ilgili çok ciddi etik kaygıların var olduğu bilinmelidir.
Korkutucu olan hastaların yukarıda anılan hatalı inanışlar nedeniyle tedavilerini aksatmaları, klasik tedavi yöntemlerini terk ederek sonuçsuz arayışlara girişmeleridir. Kanser tedavisi ile uğraşan hemen her hekimin bu yanlış inanışlar nedeniyle tedavisini bırakıp bunun bedelini yaşamları ile ödemiş hastaları olmuştur. Bu noktada da tüm olumsuzluklara rağmen yine de sorumluluk kanımca hekimlere aittir.
Hekimlerin öncelikli olarak hasta-hekim ilişkisinin merkezine kendini değil, hastayı oturtmayı öğrenmesi gereklidir. Teknolojiyi iyi kullanan, bilgili ve hastalıkları tedavi edebilen ancak bunları yaparken hasta ile ilişkilerinin tamamen “tıplaşmasına” izin vermeyen insancıl bir hekim tipine gereksinim vardır.
Bu tür bir hekim yaklaşımı, doğal olarak sağlıklı hasta hekim ilişkisi anlamına da gelmektedir. Bu noktada yazının girişinde andığım küfür dolu kitapların, yanlış inanışların belirleyiciliği de azalacaktır.
Modern tıp uygulamalarından sonuç alınamayacak olan son dönem hastaların ve hasta yakınlarının isyanını, alternatif arayış çabalarını da anlayışla karşılamak ve hatta belki de desteklemek gereklidir. Sonuçta, kanser geliştikten sonra kişilerin kanser hakkındaki yaygın inanışlarını değiştirmek çok zor değildir.
Sorun kanımca koruyucu yaklaşımlar ve erken tanı konularında toplumu doğru bilgilendirmektir. Bu noktada Sağlık Bakanlığı, üniversiteler, sivil toplum örgütleri, medya ve hekimlere çok büyük sorumluluklar düşmektedir.