Gün geçmiyor ki kitle iletişim araçlarında çarpıcı açıklamalar yapılmasın. Pek çok alanda “kanıta dayalı tıp” uygulaması yerine “uzmanın sözüne dayalı tıp” gündemi meşgul etmektedir. Ancak böylesi durumlarda kafa karışıklığından öteye varılamıyor. Bilim, doğruların artmasından ziyade yanlışların azalması ile de ilerler. Ancak sağlık, beslenme ve özellikle şişmanlık alanında gündemi meşgul eden o kadar çok yöntemden söz edilmektedir ki; insanlar neye, kime inanacağına karar verememektedir. İnternet ortamında arama motorlarında “diyet” kelimesini tarandığında 0,05 saniye gibi kısa bir sürede yaklaşık 16 milyon sayfanın açıldığı hesaba alınırsa durumun ne kadar içler acısı olduğu ortaya çıkmaktadır. Peki, bu verilerin ne kadarı gerçek anlamda konunun uzmanları tarafından hazırlanmaktadır; acaba o açıklamayı yapan uzman ne kadar etik ve bilimsel bir yaklaşım sergiliyor?
Kaldı ki biz Türkler ilgili uzmanın ağzından çıkan sözleri de hiçbir zaman için dikkate almayarak, nasihatlere kulak asmayarak yaşayan bir toplumuz. Başımıza gelmedikten sonra “bana bir şey olmaz” düşüncesi ile hareket ederiz. Kalp – damar hastalıklarında bitter çikolata veya kırmızı şarap faydalıymış gibi haberleri hemen benimser, yürüyüş yapmak veya kızartmadan kaçınmak gibi yaşam tarzı değişikliklerini hiçbir zaman kabullenmeyiz. Yani sadece işimize geleni uygularız.
Nice insandan kilo verdiriyor, yağ yakıyor, metabolizmayı hızlandırıyor gibi duyumlar sonrası bol bol kabak çekirdeği yediğini; maden suyu, çimen suyu, kekik suyu, ballı limonlu su, sirkeli su, zayıflama çayı içtiğini; denizde dokunmaktan bile çekindikleri yosunların tabletlerini, içeriğinde ne gibi kimyasalların bulunduğunu bilmedikleri sözde (!) “bitkisel” zayıflama haplarını kullandığını; hatta tok tutar düşüncesi ile pamuk yuttuğunu vs duyarız. Yani bilimle yakından uzaktan ilgisi olmayan davranışlar sergilemekte üzerimize yok! O nedenle bugün birisi çıkıp da “maydanoz basendeki yağları eritiyormuş” dese 1 TL altında fiyatı olan maydanoz sanırım 5 TL civarında satılır. Bu bakış açısı ile daha önceden İsveç Diyeti, Atkins Diyeti, Lahana Çorbası Diyeti gibi yaşanmış acı tecrübeleri anımsayarak bundan sonra çıkacak şok diyetlerin de ülkemizde furya şeklinde yayılacağı kanaatindeyim. Sağlık profesyonelleri tarafından her ne kadar “Dünya Sağlık Örgütü’nün önerilerine ters düşüyor, sağlıksız ve Türk beslenme alışkanlıklarına aykırı görünüyor” denilse de…
Özellikle zayıflama alanı çok geniş bir yelpazede iş olanağı sağlamaktadır. Light ürünlerden zayıflama ilaçlarına, aktarlarda satılan karışımlardan estetik operasyonlara, spor aletlerinden zayıflama çaylarına kadar çok geniş bir pazar söz konusudur. Herkes bu zayıflama pastasından kendi payına düşeni, hatta çok daha fazlasını almaya kalkıyor. Kimisi çıkıp tek tip diyetler, protein ağırlıklı formülalar, bitkisel tabletler, %100 doğal ürünler önerirken kimisi de bazı iğneler ile kişileri zayıflattığını iddia etmektedir. Hele ki uzmanlara sponsor olarak hatta uydudan yayın yapan kanallara çıkarak “tanıtıcı reklam” adı altında RTÜK (Radyo Televizyon Üst Kurulu) engelini aşan firmalar, yalan yanlış beyanlarla bilgi kirliliğine yol açmaktadır.
Halbuki 1 kg ağırlık kaybı için 7000 kilokalorilik enerji açığı oluşturmak gerekmektedir. Yani kişi günlük enerji gereksinmesinden 700 kkal. eksik beslenir, 300 kkal. enerji harcayacak şekilde egzersiz yaparsa (1 saat tempolu yürümek gibi) günde 1000 kkal. enerji açığı oluşturur ki, bu durum bir haftada 7000 kilokaloriye denk gelir. Yani haftada 1 kg verilebilir. Ancak herkes kısa sürede sonuç alma düşüncesiyle özellikle kas ve su kaybettiren “mucize yöntemler” uygulamaktadır. İşte bunlardan birkaçı:
Akupunktur iğneleri, yanında verilen düşük enerjili diyet listesine kişinin kendini psikolojik olarak hazır hissetmesini sağlar. Kilo verdirir, ancak bu kilolar aynı hızda geri alınır.
Pasif jimnastik aletleri kilo kaybı sağlamaz, sadece vücudu sıkılaştırıp ince görünmeye yardımcı olur. Bir balonu bile ortadan sıksanız, bırakınca bir boğum yapar. Sonrasında eski haline geri döner.