Obezite konusunu incelerken açlık tokluk ilişkisinin de ön planda tutulması gerektiğini düşünmek gerekir. Açlık tokluk hadisesi, açlık merkezinde leptin maddesinin seviyesi ile algılanan sistemdir. Fakat buradaki asıl önemli yer teşkil eden özellik, beynimizin yemek yeme şeklinden kaynaklanan hafızalanması olayıdır.
Mesela; aile içindeki bireyin beslenme alışkanlığı, ailenin yemek tarzına göre şekillenir ve alışkanlık kazanır. Aile içinde yetişen birey daha küçük yaşta, hafızaya alınmış sözcükleri dil ve boğaz vasıtası ile belirli ses frekansları vasıtasıyla mantıklı kurallar dahilinde cümleler kurarak ağızdan dökmeye başlar. Aynen bunun gibi yemek yeme alışkanlığı da bireydeki diğer motor hareketleri devreye sokar ve melekeleşmiş hareketlerin ötesine geçemez. Bir aile içinde yemek kültürü fazla gelişmemişse, bu ailedeki yetişmekte olan çocuk, o ailenin beslenme alışkanlığına göre kendini hafızalayacaktır. Mesela; aile fertleri acıkınca, alel acele ayaküstü atıştırıyorsa, ailedeki her fert, her acıktığında gidip mutfakta ayrı ayrı bir şeyler atıştırmakla açlığını gidermeye çalışıyorsa, abur cubur yemeye devam ediyorsa bu ailedeki çocuk aynen bu ailedeki bu alışkanlığı hafızalayacaktır. Şimdi bu ailedeki alel acele beslenme olayını biraz daha yakından inceleyelim; Besinlerin hücreye karışım olayının nasıl gerçekleştiğini hepimiz biliriz. Hücreye geçen gıdalar, o besinin kimyasında bulunan bütün özellikleriyle birlikte hücreye geçecektir. Yemeğin insan hücrelerine karışması sonucundaki enerji üretimi, bu gıdanın oluşumu ve içerdiği özellikleriyle birlikte olacaktır. Çünkü bilimsel olarak biliniyor ki, hafızalanma besin maddelerinde de vardır. Bu durum, insanın ruhsal yapısına da tesir eder. Hırs, öfke, düşmanlık, sinirlilik esnasındaki aceleci beslenme, kişinin manyetik ortamına olumsuz olarak geçiş yapan davranışları doğuracaktır. İşin daha ilginç tarafı, düşmanlık hisleri ile pişirilmiş yemeğin yazılımı da bizzat öyle olduğundan, bu yemeğin yenilerek vücuttaki hücrelere verilmesi de kişiye düşmanlık hislerinin yazılımını taşıyacaktır. Bazı hastalara, bulunduğu ortamdan uzaklaşmasının tavsiye edilmesi, hastaneye yatmasının ya da seyahate çıkmasının tavsiye edilmesi, hatta bu tavsiyelere uyan hastaların tedaviye olumlu yanıt verdiği de bilimsel bir gerçektir. Bu konuda şöyle bir deneyi primitif olarak herkes yapmıştır; Mesela çok sinirlendiğimiz ya da çok üzüldüğümüz bir ortamdan genellikle kaçmak isteriz. Ve oradan ayrılıp da gittiğimiz farklı yer, daima bize iyi gelir. İnsandaki açlık hali, zayıflık ve güçsüzlükle eşdeğerdir. İnsanı veya canlıyı fiziki anlamda güçsüz düşüren, kolun kanadın kalkmasını engelleyen bir haldir bu. Bu duygu ile salınan leptin maddesi, karaciger ve pankreans ile vücudun şeker ve yağ metabolizmasını düzenler. Ancak burada günün büyük bir saatini aç veya tok geçirmek çok önemlidir. Çünkü vücuda alınan yiyecek ve yemek bu duyguya bağlı olarak fonksiyon kazanır. Devamlı aç duran kişi mi, yoksa devamlı tok duran kişi mi zayıflar?.. Elbette ki cevabı biliyorsunuz… Davranış biçimi olarak boş zamanı çok olan, ve bu boş zamanlarını bir şeyler yeme alışkanlığı ile geçiren ve yemekten zevk alan kişi, devamlı oturur ve hareketsizleşirse, aşırı derecede kilo almaya başlar. Şişmanlamış kişide manyetik akının yoğunluğu azalır. Manyetik akısı, kilolar içinde dağılıp yoğunluğu azaldığından iş göremez, düşünemez hale gelir. Hareket etmeyi sevmez. Oturmayı ya da yatmayı daha çok sever. Devamlı açlık durumu ise, zihni durulaştırmaktadır. Vücut metabolizması çok rahatlar. Hatta ondaki bu pozitif ruhsal yapıyı başkalarına da manyetik akı olarak göndermeye başlar. “Bazı insanlardan pozitif enerji alıyorum..” demek, bu durumun ifadesidir. Bu alış-verişler insanın kendi kendini tanımasına olanak tanır. Kendini belli dönem sonunda tanıyan kişi, artık çevreye pozitif olarak bakmaya başlar. Ve pozitif olarak çevresindeki kişileri de etkiler. Antidepresif ilaçlar, tepkisel yaşayan kişide olumsuz tepkileri azatlığından, insanın boşluğa düşmesine sebep olur. Kişi tarafından boşluk, iş yapılmayan fakat iş yapılması gerekli boş zaman olarak algılanır. Boşluk, kişi tarafından en kolay bulunabilen, yemek yeme alışkanlığına dönüşür. Ayrıca, antidepresif ilaçların bizatihi iştah açma gibi yan etkileri de bilinmektedir. Bu açıdan bakıldığında, depresyonda uygulanan TMS çok avantajlı bir tedavidir. Boş zaman mevhumu hepimizin sıklıkla yaşadığı bir durumdur. “İnsanlar boş zamanı nasıl doldururlar..” diye düşünmemeleri gerekir. “Zamanım olsa da, daha fazla çalışsam.. ” diye düşünmelidir. Açlık hissi, belli limiti aştığında, yemek yeme akla gelmelidir. Her boş vakitte bir şeyler atıştırmak akla geliyorsa, manyetik hafızalanmanızda olumsuzluk var demektir. Anoreksiya nevroza denilen psikiyatrik hastalıkta, hasta önce basit anlamda zayıflama amacına yönelik diyete başlar. Daha sonra bu durum kalıcı hafızaya geçmiş gibi yemek yiyemez hale gelir. Her yemek yediğinde kusma oluşur. O sebeple anoreksiya rahatsızlığında, hastaya ne tür ilaç verirseniz verin tedavi edemezsiniz. Bizim klinik tecrübelerimize göre, bu hastalıkta sadece TMS tedavisinin etkin olabileceği düşünülmektedir. Çünkü hafızalanmada, en etkili yöntem budur. Oruç tutmak ya da açlık grevi yapmak gibi hadiselerde ise, aç kalabilme iradesi özellikle bireye hakim olduğundan, bu durumdaki kişiler fizyolojik değişim başlamadığı takdirde henüz bir şey hissetmezler. Aç kalmak ve gerektiği kadar yemek yemek gereklidir. Açlık durumu çoğu zaman gerçekten faydalıdır. Sadece bazı şeker hastalarında kan şekeri oynamaları hastaya zarar verebilir. Bilinen başka bir gerçek daha vardır; Yemekten söz edilen ortamda bulunan kişilerde, açlık duygusu galebe çalacaktır. Ama oyuna dalmış ve oyundan çok zevk almakta olan bir çocuğu, annesi yemeğe çağırdığında ise tersi olmaktadır. Çünkü o çocuğun bulunduğu ortamdaki oyun motivesi, acıksa bile açlık hissini bastıracak kadar tersi motiveye geçmiştir.